The Waste Land, T. S. Eliot tarafından yazılmış uzun bir şiirdir. ‘Çorak Ülke’, modernist çizgide 20. yüzyılın en önemli şiirlerinden biri olarak kabul ediliyor. Şiirin en çok bilinen; ‘Aylardan en zalimi nisandır’, ‘Sana bir avuç tozda korkuyu göstereceğim’, ‘Shantih shantih shantih’ gibi dizeleri arasında gezinirken ister istemez karanlık bir atmosfere kapılırsınız. Şiirin arka planındaki karamsar tablonun detayları Homer, Sofokles, Petronius, Virgil, Ovid, Augustine, Dante, Shakspeare, Spenser, Nerval, Conrad, Milton, Baudelaire, Wagner, Verlaine, ve Whitman’a yapılan incelikli göndermelerle tamamlanır.
‘Çorak Ülke’, kompozisyon geçmişi ve görünüşteki ayrık yapısı ile önemli ölçüde James Joyce’un ‘Ulysses’ adlı eseriyle bir benzerlik gösteriyor. Eliot açıkçası bu şiirde okuyucu için kolay bir tasviri olmayan tek bir ses veya görüntüden bir diğerine atlayarak geçişler yapar ve arada birçok boşluklar bırakır. Şiirin karmaşık yapısı aynı Ulysses gibi farklı diller ve bulmacalar ile süslenmiştir. Örneğin daha en başa konulan Latince “Ve Sibylla’yı kendi gözlerimle gördüm Cumi’de, bir cam kavanozda duruyordu ve çocuklar ‘Sibylla, ne istiyorsun?’ diye sorduğunda ‘Ölmek istiyorum’ diye yanıtlamıştı.” (Petronius, Satyricon, XXVI) alıntısı da böyle bir işlevdedir.
Eliot şiir izleğinde; klasik ve kapalı şiir tarzına yüzlerce entelektüel göndermede bulunur. Bu konuda [Eliot Şiiri’nin bulmacamsı yapısına dair.] Murat Belge, Edebiyat Üstüne Yazıları’nda “Eliot, daha ‘Prufrock’ gibi gençlik şiirlerinden başlayarak dünya edebiyatının çeşitli eserlerini anıştıran dizeler yazmış, bir başyapıt olan ‘Çorak Ülke’de ise şiir sanatında görmeye alışık olmadığımız bir biçimde şiirin neredeyse organik bir parçası olarak eklediği dipnotlarıyla anıştırmalarının kaynaklarını belirtmişti”(s.49) der. Şiirdeki karanlık noktalar sondaki dipnotlara eklemlendiğinde, daha net bir anlam/ilişki belirir.
Orta Çağ romanslarında; ‘Toprağın tohumu geri vermediği, ağaçların çekirge belasına uğradığı, sürülerin azaldığı, aç ve perişan kalan insanların terk ettiği bir ülke tablosu Çorak Ülke teması olarak bilinirdi.’ (Moran,Türk romanına eleştirel bir bakış, s.160) İnsanoğlunun yaşadığı bu dünya kelimenin tam manasıyla bir taş döküntüsüydü. Etrafta gördüğümüz nesneler güneşin kavurduğu kırılmış görüntülerin bir yanılsamasıdır ancak. Bu çoraklık görüntüsü modern dönemde iç dünyamızın da tezahürü oldu.
Şiirin büyük bir çoğunluğunda Eliot, “dramatik monolog” [Çorak Ülke’de bazen diyalog ve ikiden fazla karakterin karşılıklı konuşması şeklinde olan kısımlar da var. Şiirdeki bu çok sesli yapı oldukça geniş bir yelpaze oluşturuyor.] şeklinde bir söyleyiş tarzını benimsemiş. Eliot, kurguladığı bu dramatik ilgiyi bir monolog olarak içten içe okuyanı soluksuz bırakana değin sürdürür. Ve susuzluğu yani çaresizliği hissedersiniz böylece. Şiiri tekrar tekrar okuyup bitirdiğinizde çocuksu bir çaresizliğe kapılırsınız. (Bir avuç tozdaki dehşeti gördüğünüzde, kırık hayaller şehri, güneşin kavurduğu koca bir çöle dönüşür..)
Hasan Bülent Kahraman, Gelenekten Geleceğe dergisinde yazdığı bir yazıda Eliot ve muhafazakâr sanat anlayışını “Benzer şekilde çok semptomatik bir ad olan T.S. Eliot’un pozisyonu, düşünce kaynaklarıyla birlikte sorgulanmamıştır. Hatta bir dönemde adından sıklıkla söz edilen Bergson’un Eliot-Y. Kemal bağlamındaki benzerliği veya farkı konuşulmamıştır dahi. Muhafazakârlığın daha dinsel manada Mehmet Akif ‘le, daha şehirli ve seküler manada Tanpınar’la kayıtlı kalması bu bakımdan çok önemli bir göstergedir” diyerek değerlendirmişti. Sevim Kantarcıoğlu, “T. S. Eliot’un şiirlerinde insanın kendisini gerçekleştirme teması” isimli çalışmasında, onun büyük bir sentezin mahsulü olan metafiziğini, insan kavramını, epistemolojisini ve tüm bunlara dayalı olarak geliştirdiği sanat anlayışını anlamaya dönük bir çabası olduğunu söyler. Eliot, bu iç sorgulamacı yapısıyla metafizik bir şairdir. Bu sorgulamayı yaparken klasik Anglo-Sakson geleneğin olanaklarından sonuna dek yararlanır.
Bizde de Sezai Karakoç benzer şekilde Osmanlı şiirinin biçiminden olmasa bile iç sesinden, konularından faydalandığı görülüyor. Sezai Karakoç’un imgelerine baktığımızda mistik bir derinliğin ve metafizik kaygıların işaretlerini görüyoruz. Yedi İklim’in eski bir sayısında Ali Barskanmay’ın “Batı’nın ve Doğu’nun İki Büyük Şairi” olarak adlandırdığı T. S. Eliot ve Sezai Karakoç arasında güzel bir bağlantı kurduğunu hatırlıyorum. [II. Yeni, Türk şiirinde ilk defa Fransız etkisinden kurtulup Anglo-Sakson dünyaya yönelimi de ifade eder.] Edip Cansever, Turgut Uyar, Cemal Süreya gibi şairlerimiz de Eliot’un şiirlerini ve metinlerini yakından takip etmişlerdi. Türk şiirinde Eliot’u ya da bu tarz bir yönelimi hangi kökler kavrar, hangi dallar bezer tam olarak bilemiyorum. En azından bunun değerlendirmesini yapabilecek Eliot ayarında eleştirmenlerimizin olduğu kanaatinde değilim.
Beyaz Arif Akbaş