Kendine Perde Çekmek

Utanma, sıkılma, perde, engel, örtü anlamlarına gelen “hicâb” kelimesi, nedense bana insanı ifade edebilecek ana kavramlardan biri gibi geliyor. İnsan düşüncesinin, bakışının ve hatta hayatının perdeli olduğunu düşünüyorum. Bu arada eski tıpta  organlar arasındaki ince zara da hicâb denildiğini hatırlatmak isterim.

Eğer hayat kemâle doğru bir yürüyüşse aslında her adım bu kemâlin önüne çekilmiş perdeleri bir bir açma eylemidir. Fakat her eylem içinde bir niyet barındırıyorsa sahihtir. Yoksa gayesi ve amacı belli olmayan bir eylem kişinin sadece perdelerini arttırır.

Tecrübesizlik, önyargılar, gelenek ve görenekler ve hatta kişinin kendisi (nefsi) bu perdeleri ürettir. Perdeleri kaldırmanın en hızlı ve kısa yolunun aşk olduğunu düşünüyorum. Hatta Hallâc-ı Mansûr hazretleri “yaratılışın sebebi olarak aşk”ı gösterir. Aşk akla gelince hemen âşık, mâşuk ve güzellik de akla gelir. Çünkü güzellik yani cemal kendine çekici ve cezbedicidir. Ahmed Gazzâlî hazretleri bu durumu şöyle açıklar: “Hüsnün (güzelliğin) gözü kendi cemâline (yüz güzelliğine) kapalıdır; öyle ki âşığın aşk aynası olmadıkça kendi güzelliğinin mükemmelliğini temâşâ edemez. İşte bu yüzden, cemâl için bir âşık gerekir, tâ ki mâşuk, aşk aynasında kendini görebilsin ve âşığın talebinden nasibini alabilsin.” Çünkü âşık aşkı sebebiyle saf aşktan ibaret hale gelmiş ve her türlü varlık hissinden kurtulmuştur. Bu sebeple mâşuka kendini gösteren bir ayna haline dönmüş ve tüm perdeleri yırtmıştır. Bu durumu Âşık Yunus şöyle anlatır: “Aşkın odu geldi yüreğim harlar / Âşık olan arı namusu n’eyler.” Aşk perdeleri bir bir açar ve hatta kişinin benlik perdesini paramparça eder. Bu sebeple kişinin perdelerini kaldırıp kendini bilmesinde en kısa yol aşkın tâ kendisidir.

Tasavvufta kulun Allah ile arasındaki yakınlığa engel olan her şey hicâb kelimesi ile ifade edilir ve bu hicabın zulmânî ve nûrânî olarak ikiye ayrıldığı söylenir. Zulmânî hicâb kişinin benliğinden kaynaklanan maddi perdelerdir. Kibir, hased, tembellik, çok yemek yemek ve benzeri kötü huylar kişinin kendine ulaşması önündeki en büyük zulmânî perdelerdendir. Nûrânî perdeler, kişinin kendine güvenmesi, yaptığı ibadet ve riyâzatları beğenmesi sonucu ortaya çıkar. Açıkçası bu perdeleri aşmak zorlu bir nefis terbiyesini gerektirir. İnsanın yaptığı bir şeyle övünmemesi zordur. Ama şunu unutmamak gerekir; Allah her türlü ihtiyaçtan münezzehtir. Bu sebeple ibadet ve benzeri ameller Allah’a bir şey kazandırmaz bilakis bunları yapanlara bir şeyler kazandırır. Kişinin ameline güvenmesi başlı başına bir perdedir. Hatta daha ileri gidip cennet arzusunun bile perde olduğunu söyleyen ârifler vardır. Çünkü amaç cennet değil Cemalullah’tır.

Âriflerden bir kısmı perdeleri yeme-içme, şehvet, çoluk-çocuk tutkusu, mal ve makam hırsı, riya ve bencillik olarak yediye ayırırken, Cüneyd-i Bağdadi hazretleri halk için nefse, insanlara ve dünyaya, seçkin kullar içinse ibadete, sevaba ve kerâmete güvenmenin perde olduğunu söyler. Hâlbuki kişi fâni olana değil Bâki olana bakmalıdır.

Her hâlükârda hayat binlerce belki de yüzbinlerce perde ile örtülmüş bir zaman dilimidir. Ve insan ölünce bu perdeler kalkıp hakikat ortaya çıkacaktır. İşte tüm mesele de burada. Yani ölmeden önce ölerek perdeleri kaldırmak ve sevgilinin yüzünün ışıltısını müşahede edebilmekte. Perdenin ana özelliği arkasındakini yani gizlediğini göstermemektir. Hatta direk kendini göstererek arkasında bir şey olduğunu unutturan perdeler de vardır sinema gibi. Hayata perde çekmek ve perdenin kendisindeki görüntülere meftun olmak insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülüktür çünkü perdeler izlemek için değil açmak içindir.  Ve âşık ise aru namus şişesini taşa çaldığı için perdeleri yakıp hakikate doğru yol alandır.

Sulhi Ceylan

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Kerem , 17/05/2017

    Ahmed Gazzâlî Hazretlerinin demiş olduğu cümle düşünmeye değer.

    Kalbinize sağlık

  • Muhammed Hüseyin Esin , 17/05/2017

    Ahmed Gazzâlî hazretleri der ki: “Hüsnün (güzelliğin) gözü kendi cemâline (yüz güzelliğine) kapalıdır; öyle ki âşığın aşk aynası olmadıkça kendi güzelliğinin mükemmelliğini temâşâ edemez. İşte bu yüzden, cemâl için bir âşık gerekir, tâ ki mâşuk, aşk aynasında kendini görebilsin ve âşığın talebinden nasibini alabilsin.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir