Kavramsal Sanata Nal Toplatmak

Türkistan Hatıraları – 4

Öğrenci yurdu denildiği zaman öyle aklınıza dört başı mamur bir mekân gelmesin. Orta Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırında, elde olan imkânları düşündüğünüzde, isteklerinizin çıtasını ister istemez düşürmeniz gerekir. Hele üzerinden ağır bir Sovyet tecrübesi geçirmiş topraklardaysanız durumun vahameti daha da artar.

Bizim kaldığımız öğrenci yurtları da asgari şartlar sağlandığı için, fena sayılmazdı. Toplamda bin iki yüz kişilik olduğu söylense de hiçbir zaman o kadar kişinin kalmadığı bu yurtta Türk dünyasının her köşesinden gelmiş öğrencileri bulmak mümkündü. Öğrenci psikolojisidir: Her gelen kendi hemşehrisini bulur, onun odasının bir köşesine yerleşmeye çalışır. Gerçi ilk yıl hazırlığa gelen tüm öğrenciler kiminle samimi olup odalarını paylaşıyorlarsa, ertesi yıl bir daha onu görüp selam vermemek için yolunu değiştirirler. Bakkala, kasaba borcunu kapatamayan bir memur edasıyla yapılan bu tavırlar ilkin sizi şaşırtsa da sonradan alışırsınız.

Yeni geldiğiniz ve kendinizi yalnız hissettiğiniz için dört kişilik odalarda altı kişinin kalması gözünüze batmaz. İlk günler Türkistan pazarına çıkarak odanıza alışveriş yapma telaşına düşersiniz. Size verilen odada iki katlı ranzalar ve dolaplar dışında bir şey bulunmaz. Yere halı almaktan başlayan heyecan, bir zaman sonra mutfak eşyalarına kadar uzanır. Tencere, tava, su ısıtıcısı, çaycı derken bir bakmışsınız küçük bir ev kurmuşsunuz.

Yurdun kafesinde verilen çayı görünce hemen çay içmek için malzeme almanın şart olduğuna ikna olursunuz. Bu arada yorgan, battaniye ve çarşaf takımlarını yurt görevlilerinden kimliğiniz karşılığında yılsonuna kadar ödünç alırsınız. Arada keşif amaçlı da olsa yemekhaneye uğrarsınız. Bir hafta dolduğunda, yurttaki odanıza şöyle bir bakınca odayı nasıl eve dönüştürdüğünüzü anlarsınız. Gerçi sizin dışınızdaki odaları gezdiğiniz zaman bu düşünceniz daha bir pekişecektir ancak o duruma gelene kadar biraz daha zamana ihtiyacınız olacak.

Yurtta farklı odalarda kalan Kazak, Özbek, Kafkas, Altay, Tuva, Yakut, Karaçay ve daha birçok arkadaşın odasını görene kadar, kendi odamın ne kadar zengin olduğunu ben de fark etmemiştim. Bana soracak olsanız odaya aldığım her şey ihtiyaçtı. Ancak diğer odaları görünce bazı ihtiyaçların aslında lüks olduğunu o zaman anlamıştım.

Mesela altı kişilik odada dört sandalye ve iki masa olurdu. Bunlara altı kişi nasıl oturulacağı da pratik öğrenci zekâsına bırakılırdı. Ben bu ortamlarda çok zeki çocukların, çok başarılı ve sürrealist çalışmalar yaptıklarına şahit olmuşumdur. Kavramsal sanata nal toplatırlar vesselam. Odalar için dört, altı ve sekiz kişilik dediysem bunu hemen ciddiye almayın. Burada hiçbir zaman dört, tek başına dört değildir.

Dört denildiğinde altı, altı dendiğinde sekiz, sekiz dendiğindeyse on kastedilir. Ama siz yine de yedi bin kilometre uzaktan gelip açıkta kalmadığınıza dua edersiniz. Hem bu hesap kitap işlerinden; bu tutmayan, öz değerini bir türlü vermeyen işlemlerden matematik dâhisi olmuş arkadaşlarım da yok değil. İmkânsızlıkların ve kriz dönemlerinin insanın pratik zekâsını geliştirdiğini, en olmayacak çözüm yollarını üretmede zihni ateşlediğini burada öğrendim.

Yemekhane sorunu yurdun içinde sizi pratik çözümlere iten en önemli sorundur. Sabahları kahvaltıda verilen çay ile aranızda nasıl bir husumet geliştiğini hemen fark eder ve çayla olan tüm selamı sabahı kesersiniz. “Ben Trabzonluyum. Bir çayı ne kadar kötü yapabilirim ki?” sorusunu kendime sorunca anladım ki bu kafedeki çaydan daha kötüsü yapılamaz. O yüzden ilk yıl çayımı odamda kendim yaptım.

İkinci yıl, hasım gibi gördüğünüz çayın, o kadar da kötü olmadığını anlıyorsunuz! Sabah çaylarıyla olan sorununuzu keşfettikten sonra, çayınızı odanızda Sovyetler’den kalma ve adına “Pilitka” denen ısıtıcı üzerinde yapmaya başlarsınız. Ama bu kez öğlen yemeklerinde verilen çorbayla aranızda hiç de ideolojik olmayan bir problem baş gösterir. Birkaç gün ciddi ciddi düşünmüşümtüm, “Bu çorba gres yağıyla mı yapılıyor arkadaş?” diye. Ama benim gibi yemek yapma özürlü bir öğrenciyseniz ve meseleyi de kabullenemiyorsanız, çorbayı kendiniz yapmak yerine çorba içmekten vazgeçersiniz.

Bu arada hemen hatırlatayım Türkistan pazarında bulabileceğiniz temel gıda maddelerini yurtta da bulabilirsiniz. Bu iş için kendini feda eden bazı öğrenci arkadaşlarımız mevcuttu. Onlar gündüz okula, öğlen pazara giderlerdi. Hatta bu arkadaşların pazara gitme ile derse gitme oranları karşılaştırıldığında, pazara gitme konusundaki sadakatleri insanın gözünü yaşartacak cinstendi. Buradan yaptıkları her türlü erzak ve sigara stoklarıyla yurda dönerek hizmet verirlerdi.

Gecenin bir yarısı sigaranız bitmişse, canınız tost yemek istemişse öğrencilikle ticareti birleştiren bu arkadaşların odası yirmi dört saat hizmete açıktı. Öğrenci yurdunda yapılan ticaretten ne çıkar diye düşünmeyin sakın. Zira küçük bir odada, sadece tost ve kola satıp bir yılı bulmadan BMW alanlar malumumuzdur. Gerçi ticarete dalıp okulu tehlikeye atanlar, derslerden kalıp, bütünleme için okul önünde nöbet tutanlara da şahit olduk. Ama hayat dediğin zaten bir denge meselesi değil mi?

Davut Bayraklı

Resim: Theodore Major

Gurbette Öğrencinin Ütüsünden Radyo Yaparlar
Her Şey Ortak, Tuvaletler Dâhil!
Bu Pazar Farklı Pazar

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • İhsanbul , 17/02/2019

    Komünist yönetimden serbest piyasa ekonomisine geçişin yaşandığı yıllar dile gelmiş sanki. Aklıma seksenlerde ve doksanlarda işporta tezgahı kuran memurlar geldi. Zor geçen anların kalemtıraş olduğu bir Davut Hocam yazısı. Ellerine sağlık Hocam.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir