Karadaki Kıyı Kenti: Mardin

Mardin yolculuğumuz bir hayli ilginç başladı. İlk önce muavin internet üzerinden aldığımız biletleri iptal edip nakit ödeme yapmamızı istedi. Ödeme alamadıklarını, bedavadan çalıştıklarını iddia etti. Bunun bizim sorunumuz olmadığını söylediğimizde bir dahakinde bize nakit ödeme yapın, size indirim de yaparız dedi. Aklımızda bulunsun, çok teşekkür ederiz diyerek mevzuu tatlıya bağladık. Ardından önümüzde tek başına oturan 25-26 yaşlarında kamu personeli olduğu anlaşılan bir kişinin beylik tabancasını boş olan koltuğa koyduğunu fark ettik. Emniyet kilidinin kapalı olup olmadığını anlayamadığımız için epey tedirgin olduk. Otobüs Hasankeyf civarında bir virajı dönerken silah yere düştü ve arka-çapraz koltuklarımızda oturan 50-55 yaşlarında iki vatandaş genç vatandaşı gergin bir dikkatle izlemeye başladı. Ortamı yumuşatmak için onlara Mardin mutfağıyla ilgili sorular sormaya başladık. 20 dakika sonra mola verildiğinde genç personelden izin isteyip masasına çay içme bahanesiyle oturduk ve Emirhan’la beraber beylik tabancasının açıkta olmasının yolcuların can güvenliği bakımından tehlikeli olduğunu ve bildirim yapıldığı takdirde mesleğiyle ilgili sorunlar yaşayabileceğini izah ettik. Bize rütbeli olup olmadığımızı sordu. Rütbeli olmadığımızı anlayınca teşekkür edip belinde taşıyacağını söyledi. Otobüsteki tansiyon düştükten sonra yol kısaldı ve Akşam yedi gibi Midyat’a vardık. Oradan servisle Eski Mardin’e geçtik.

(Mardin – Şeyh Çabuk Camii)

1. Cadde, Eski Mardin’in can damarı. Cadde trafiğe tek yönlü olarak açık. Cadde üzerinde dikkatimizi çeken ilk yapı Şeyh Çabuk Camii oldu. Camiin kim tarafından yaptırıldığı ve inşâ ediliş tarihi bilinmiyor. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) haberciliğini yapan Abdullah Bin Enes El Cüheyni hızlı hareket ettiği için yörede Şeyh Çabuk olarak anılmaya başlanmış. Yakubilere günümüzdeki adıyla Süryanilere davet mektubu getirdiği esnada vefat ettiği ve buraya defnedildiği kabul ediliyor. Her geleni içinde barındırdığı uhuvvetle karşılayan bu cami Eski Mardin’in nişanelerinden bir tanesi. Buranın yaklaşık yüz metre ilerisinde Süryani yemeklerini dünyaya tanıtan Murat Cercis Konağı yer alıyor. En güzel Süryani yemeklerini birkaç yıl önce burada yediğimi itiraf etmeliyim. Hizmet ve ürün kalitesinden ödün verilmeyen nadir işletmelerden biri. Sumak ve reyhan şerbetini buradan daha iyi yapan bir yere henüz rastlamadım. Şefi geçen aylarda gastronomi alanının en prestijli ödüllerinden bir tanesini aldı.

(Mardin – Etnografya Müzesi ve Ulu Camii)

Murat Cercis Konağı’na yürümeyle 2 dakikalık mesafede Mardin Sahaf yer alıyor. Eski Mardin’de buraya ek olarak Kebikeç Sahaf, Hayyam Sahaf ve Mithra Sahaf da var. Kebikeç Sahaf ve Hayyam Sahaf daha çok kitap kafe gibi işletilen yerler. Mithra Sahaf’a uğramak nasip olmadı. Ancak Mardin Sahaf saf bir sahaf. Her çeşit kitabın karşınıza çıkabileceği türden bir yer. Merhum İdare Hukuku Profesörü Yıldızhan Yayla’nın baskısı olmayan İdare Hukuku kitabını buradan aldığımı itiraf etmeliyim. Aynı şekilde Merhum Necip Kocayusufpaşaoğlu’nun baskısı olmayan birkaç Borçlar Hukuku kitabına yine burada rastladım. Mardin Sahaf’tan çıktıktan sonra Cumhuriyet Meydanı’na varmadan ismi gibi latif Latifiye Camii size kendisini gösteriyor. Avlusuna girdiğinizde sizi 15-16 yaşlarında Fatih adlı bir genç karşılayacak. Ve hemen Artuklu mimarisiyle özdeşleşmiş olan eyvanlı çeşmenin insan yaşamı ile bağlantısını anlatacak ve çeşmede biriken suyun başına geçip suya yansıyan siluetinizle beraber fotoğrafınızı çekecektir. Gönlünüzden koparsa harçlık kabul ettiğini de eklemeliyim. Cumhuriyet Meydanı, Eski Mardin’in en geniş alanı. Trafik yönünde ilerlerken sol üst tarafta Mardin Arkeoloji ve Etnografya Müzesi dikkatimizi çekti. İçine girdiğimizde daha çok Osmanlı’dan kalma eserlerin sergilendiğini gördük. Çalışanlar epey ilgili. İçeride turistlere Artuklu ve Osmanlı dönemlerine ait madeni paraların imitasyonlarını el yordamıyla yapma imkânı tanınıyor. Üç çeşit paradan Artuklu simgesinin olduğu para bizim de tercihimiz oldu. Müzenin üst sokağında Meryem Ana Kilisesi Süryani Katolik Cemaati’ne ait. Farklı zamanlarda üç kere ziyaret etmek için kapılarını çalmış olsak da ziyaret saati olmadığını söylenerek içeri alınmadığımız aklıma geldiğinde garipsemedim. Tekrar meydana indiğimizde Artukbey Kahve’ye uğrayıp tadımlık mor renkli geleneksel badem şekeri aldık. Rengini Lahor ağacının kökünden alan bu yiyecek Mardin’in simge lezzetlerinden. Süryani çöreği favori atıştırmalığım olsa da badem şekeri kenara atılacak türden bir lezzet değil. Meydandan cadde boyunca ilerlemeye devam ettiğinizde sol tarafta Mar Hırmız Keldani Kilisesi’ni göreceksiniz. Burayı görmek istiyorsanız birkaç dükkân gerideki Mardin Gümüş Dünyası’na uğrayıp Adnan Sağlamoğlu’ndan randevu almanız gerekiyor. Kilisenin anahtarı kendisinde ve kilisedeki din görevlilerinden sonraki en yetkili kişi. Farklı yıllarda iki kez sohbet etme imkânım olmuştu. Üçüncü ziyaretimde de “güneş tepeden indikten sonra gel” cevabını verdi. Kilisenin içinde azizlerin mezarları mevcut. Normalden farklı olarak azizlerin yüzü doğuya dönük ve sandalyede oturur biçimde defnedildiğini öğrendik. İsa Mesih’i saygıyla karşılamak istedikleri için azizler bu şekilde gömülüyorlarmış. İçeride Osmanlı’nın son dönem padişahlarından Abdülhamid Han’a bağlılıklarını bildirdikleri için nişan verilen bir aziz de gömülü. Hatta mezarının üstüne bu nişan işlenmiş ve görülebilir vaziyette. Ziyaretçilerin giremeyeceği kısımda yer alan 400 yıllık ayin sandalyesi dikkat çekici. Çıkışta isteyenler için mum yakma alanı mevcut.

(Mardin – Sabun Tezgâhı)

Kiliseden çıktıktan sonra sabuncular ve Süryani çöreği satan dükkânlar sağlı sollu olarak sıralanıyor. Bıttım sabunu yörenin en meşhur ürünlerinden bir tanesi. Eşek sütlü sabun da yine talep gören ürünlerden. Hafif rampayı tırmandıktan sonra kuyumcuların sıralandığı yaklaşık 200 metrelik bir düzlük mevcut. Kebapçı Rıdo bu caddedeki en köklü kebapçı. Esnaf tarafından pek sevilmiyor. Ancak her gidişimizde mest olup çıktığımız için sebebini henüz çözemedik. Burada kredi kartı geçerli değil. Sırf bu yüzden bile bu mekânın tercih edilebilir olduğunu düşünüyorum. Çünkü günümüzde ürününe ve kendisine güveni olmayan işletmelerin nakit dışındaki tüm ödeme kanallarını dışlayabilmesi mümkün değil. İşletme çok temiz ve gözünüzün önünde kebabı hazırlayıp servis ediyor. İşletmenin tarihini sorarsanız size uzun uzun anlatacaklardır. Adana kebabından farklı olarak etler zırhla daha uzun süre kesiliyor ve şişe çok daha sıkı şekilde diziliyor. Rıdo’nun ilerisinde caddenin sol tarafında Öz Yasemin Pide Lahmacun ayaküstü sembusek yiyebileceğiniz nadide mekânlardan biri. Çalışanları cana yakın ve içten insanlar. Kendileri için yaptıkları bazı yemekleri müşterilere de ikram edebiliyorlar. Servis hızları çok iyi. Esnafın ve yerlilerin yemeklerini yediği yer Sultan Sofrası. Nakşibendi dervişi olduğu görünüşünden anlaşılan bir beyefendinin işlettiği mekânın Mardin Tabağı en meşhur yemeği. Mardin’e has 6 çeşit yemek tabakta az az servis ediliyor. İç pilavlı kaburga dolması, sembusek, Mardin kebabı, etli ekmek, içli köfte ve türlü. Doyuruculuğu ve lezzeti karşısında ödenen hesabın az olması mekânı zihninize kazıyacaktır.

(Mardin – Mezopotamya Ovası’nda günbatımı)

Eski Mardin’de Doboo adlı mekan yeni açıldığı için denemeye karar verdik. Dobo Süryanilerin yaptığı leziz kuzu incik yemeği. İsminin hakkını vermesi ümidiyle mekâna girdik. Kaburga dolması ve dobo olmak üzere iki kişilik sipariş verdik. Servisi en az 20 dakika süreceğini biliyorduk ve bu esnada Mezopotamya Ovası’nı izlemeye başladık. Hava kararmış ve ovanın karanlığı uzaktan bakıldığında deniz havası vermeye başlamıştı. İnsanı üşütmeyen ama içini serinleten ferah rüzgârı ile meşhur Mezopotamya Ovası’nın bize kendisini açmasını istiyorduk. Yüzümüzü döndük ve bekledik.  Gündüz desen desen farklılaşan arazilerin şu an kara parçası olduğuna dair en ufak bir iz yoktu. Her an bir yelkenlinin şehrin aydınlığının bittiği noktaya gelebileceği hissi beni kollarının arasına aldı. Tutup yere fırlattı. O esnada gerçekliğe döndürüldüm ve önüme tabağın koyulduğunu fark ettim. Kaburga dolmasındaki pirinçler lapa olduğu için istediğimiz verimi alamadık ama Mardin’de bulunmanın verdiği mutlulukla şikâyet etmeden yemeğimizi bitirdik. Konakladığımız Zinciriye Otel’e geçip dinlenmeye geçtik. Yoldan geçerken Midyat kavununu öve öve bitiremeyen sokak satıcısından iki tane ufak kavun aldık. Sulanmadan kendi kendine yetiştiği için mayhoş bir tada sahip kavunu çok beğendik. Çok şekerli olduğu için insanın iştahını hemen kesen ya da ekşi olduğu için hiç yenmeyen kavunlara benzemiyordu. Mardin’deki ilk günümüz yüreğimizdeki buzları eriten bir sıcaklıkta son buldu.

İnsanın dünyayı anlamlandırma çabası deniz suyunu içmek gibi. İçtikçe susamanın susadıkça içmenin kendine has bir tadı var. Bu tadı tarif edebilmek başlı başına bir sehl-i mümteni. Ağzıma her değdiğinde dişlerimi hissizliğe götürecek kadar kamaştıran bu suyun aktığı bir çeşme ya da pınar yok. Tarifi yok. İlk defa karşılaşılan her şey insana yabancıdır. Bu tat da yabancı. Onu ehlileştirmek istediğinizde kendinizi yollarda toz yutarken buluyorsunuz. Siz onu yakaladığınızı sanıyorsunuz ancak o sizi sürükleyip tecelliye tâbi kılıyor. Yönünüzü, rotanızı o belirliyor. Yakalamakla hâkim olmanın farklı şeyler olduğunu bu şekilde anlıyorsunuz.

Muhammed Furkan Kâhya

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir