Sezai Karakoç’un yarım asırlık mücadelesini düşündükçe içimde bir diriliş meşalesi tutuşuverir. Diriliş Yayınları Cağaloğlu’nda iken kendisini ziyaretine gittiğimizde, Raşit Ulaş’ın, “Üstadım, siyasetle aramız, mesafemiz nasıl olmalı?” sorusuna verdiği cevap her şeyi özetliyordu: “Biz kendi siyasetimizi kurmazsak, başkaları bizi yönlendirir. Ben Allah için ve İslâm’ın yeryüzüne hâkim olması için her yolu denedim. Gazete çıkardım olmadı, kitap yazdım olmadı, dergi çıkardım olmadı. Bu sefer de parti kurarak deniyorum. Olmazsa başka bir şey deneyeceğim. Biz, Allah için meşru dairedeki her şeyi denemeliyiz.”
Bence, son dönemde “Yitik Cennet” gibi bir eser yazılmamıştır. Bir de üstadın, her Ramazan ayında vird gibi okuduğum “Samanyolunda Ziyafet” adlı eseri vardır ki, üzerine söz söylemeye mecalim yok. Çünkü her satır ruhumda bir dinamit gibi patlamakta ve bedenimi sarsmaktadır. Satır aralarındaki oruç tariflerini okudukça kendimi yeni bir dünyada buluveririm.
Karakoç’un, Kadir Gecesi hakkında yaptığı tespit ise beni derinden sarsmıştı: “Kadir gecesinin gizli olması gerektir; çünkü açık ve seçik olarak bir gecenin kutsallaştırılması, Allah’tan başka Tanrı tanımama dini olan İslâm’a uymazdı; İslâm, değil bir insanın, bir gecenin bile putlaştırılmaması için gerekli temeli atmıştır.” (Samanyolunda Ziyafet, S. 26)
Bu bağlamda Sezai Karakoç’un yirmi beş yıl önce kaleme aldığı “Kara Bayramı Aka Çevirmek” yazısını Edebifikir okuyucularıyla paylaşmak istedim.
Celal Kuru
Kara Bayramı Aka Çevirmek
“Mutlu çağları, mateminden de, bayramından da hemen görüp tespit edebilirsiniz. Çünkü: bu çağların matemi tam matem, bayramı som bayramdır. Toplum, en büyük duyarlılıkla yaşar sevincini, üzüntüsünü. Belli etse de, etmese de, ölüm ve hayat karşısında, coşku ve düşünceye dalışı, dolu dolu yudumlar. Ama, bu çağlar, toplumların medeniyet ilkbaharları gerilerde kalıp da sonbaharlarının yaprak dökümü günleri gözüktü mü, işler bir hayli karışır. Beyaz ipliği siyah iplikten ayırmak zorlaşır. Bayramlarda matem çizgileri, matemlerde irade çöküşünün sırıtışları belirir. Sfenks iskeleti, çürük dişlerinin arasından toplumun kara bahtına âdeta korkunç bir görünüm içinde gülmektedir.
Bayram, iki yüzyıldır İslâm dünyası için, içi acılıklarla dolu bir yemiş gibi sunulmakta kader tarafından bize. Ne kadar çelişkili bir psikolojiyi yaşıyoruz bayramlarda! Gereğince üzülemiyoruz, ne de olsa bayramdır diyoruz, gereğince sevinip neşelenemiyoruz, gözlerimizin önünde İslâm âleminin her tarafındaki trajik levhalar canlanıyor. Filistin’de, Gazze’de esaretin en acı, en hor hakir kılıcı türü altında ezilen Müslümanlar geliyor gözümüzün önüne. Beyrut geliyor, Afganistan’da on yılı aşan savaş ve savaşın yıkıntıları geliyor. Tütmez ocaklar, sahipsiz yetimler geliyor aklımıza. Haykırarak ağlamalı mı bayram gününde. Bu da olmaz. Çünkü: bayramın da bir hakkı var üstümüzde. Bayram şekerini zakkum meyvesi yapamazsınız. Gecenin gece, gündüzün gündüz olduğu gibi, bayramın da bayram olması lâzım, hiç olmazsa bir nisbet derecesinde.
On yıl İran’la Irak’ı çarpıştıran Batı, nice yıkımlara sebep oldu. Bu yaralar, her bayramda kanayıp duracaktır suçsuz insanların evlerinde. Azerbaycan’da tankların ezdiği gençler için nice ev, bu bayramlarda yas tutacaktır.
Evet, İslâm âlemi, neredeyse yüzyıllar oldu, hep kara bayramları yaşıyor. Ak bayramları unutmuş gibi. Bayramlarımız üzerine sabahın gümüşsü beyazlığı, ışığı saçılmıyor. . Bayram aydınlıklarında bile yer yer karanlığın çizgileri hâkim.
Evet, bayramlar terkedilmez. Gerçek bayramlarımız gelinceye kadar, acı acı da olsa, buruk buruk da olsa, bayramlarımızı kutlayacağız. Bir hatıra gibi kutlayacağız.
Geleceğe bir hazırlık gibi kutlayacağız. Kara bayramları ak bayramlara çevirme umudu kaybolmasın diye kutlayacağız.
Sonra bir gün, bayramları gerçeğine dönüştürmenin sırrını aramaya başlayacağız ve mutlaka bulacağız.
Tabiatı yozlaştırmaktan kurtarma gibi tarihi de hakikatine kavuşturma savaşı o gün başlayacaktır.”
Sezai Karakoç
Haftalık Diriliş, 1990 (Fizikötesi Açısından III)
1 Yorum