Kadınlar, Çiçekler ve Ben

Başlıktan dolayı beni t’an eylemen, a dostlar! Zira okuyunca sizler de anlayacaksınız ki başlık, bundan başkası olamazdı. Bu yazı, 34 yıllık ömrümde kadınlara, çiçeklere ve bana dair kısa bir kronolojik geriye bakıştır. Bekâr olarak dosya konusuna doğrudan bir şekilde muhatap değilim aslında. Peki, o zaman neden yazıyorum bu yazıyı? Uzun zamandır Edebikir’e bir şeyler yazmıyorum da ondan. Böylelikle hem kendimi şımartmak hem de pek kıymetli editörümüze, “unutulmuyorsunuz efendim,” demek istemiş olabilirim… Belki de son zamanlarda yakamı bir türlü bırakmayan kurmaca eserler yazma kısırlığıma bir nebze teselli olsun diye yazıyorumdur, kim bilir!

“Eve niçin çiçek götürürüz?” sorusunu direkt olarak, “Ey erkekler, eşlerinize/hanımlarınıza/ehlinize/kadınlarınıza (hay geberesice political correctness!) neden çiçek götürürsünüz?” şeklinde anlıyor, bu bakış açımda da bir sorun olmadığını düşünüyorum. Soru, belli ki erkeklere hitaben sorulmuş. Soruda, gizli bir özne gibi saklanmakta olan bir “Siz, ey erkekler!” hitabı var. “Ev”den murat ise belli ki kadın. Evet, kadın evdir. Bunda kuşku yok!

İstisnasız her insanın da tecrübe ettiği üzere hayatıma giren, daha doğrusu, hayatına girerek tanış olduğum ilk kadın annemdir. Demek, tanışmaların, tanımaların ilki olması hasebiyle bu önemli bir detay. Sonrasında babaannem, teyzemler, halamlar, benden birkaç yıl sonra doğan kız kardeşim, annemin arkadaşları derken bu liste uzadı gitti doğal olarak.

Çiçeklerle tanışmam, bu kadar eski olmasa da çocukluk yıllarımın en güzel zamanlarının geçtiği, yamacından dere akan, ormanın içerisinde bir çiftlik evi ve çevresidir. Tahminim odur ki güzellikleri ve kokuları sebebiyle onlara hayran kalmış, onlarla kendimi kıyaslayarak; “Oğlum Cüneyt, sen bunlar kadar güzel, sevilesi ve kabul edilesi değilsin. İlerleyen zamanlarda olur da bu güzelliklerin belirli bir anlam ifade ettiği karşı cinse bir sevgi gösterisinde bulunmak ister ya da onlara karşı bir halt yiyip özür mahiyetinde yol ararsan, bu nadide nimetlerin yaratışılarının ardına sığınıp, onların himmetiyle maksadını hâsıl etme yoluna gidebilirsin,” düşüncelerine gark olmuş olabilirim.

Sosyal, kültürel, psikolojik anlam ve yakıştırmalarından tamamen uzak ve bilinçsiz bir şekilde ta o yıllarda çiçek götürdüğüm ilk kadın, Osmanlı İmparatorluğu’nda doğmuş, okuma yazması olmayan, “demir gibi bir kadın” betimlemesini uygun gördüğüm babaannemdir. Hatırladığım kadarıyla safi sevgiden, muhabbetten doğan bir hisle yaptığım bu jest, inek güderken, süt sağarken, namazının ardından babaanneme olan hayranlığımı saf bir şekilde ifade ediş biçimiydi benim için. Her yer ormandı, bitkiydi, çiçekti ama benim ona götürdüğüm rengârenk, mis kokulu çiçekler; ölümler, ayrılıklar, kıtlıklar ve kan davaları görmüş bu ulu kadını gülümsetir, masallarına masal, manilerine mani eklerdi.

Büyüdüm, değiştim, kirlendim, kendim oldum. Sert ve geleneksel babamın, romantik ve nahif anneme bir gün bile çiçek getirmediği bir evde büyümenin getirdiği duygu durumuyla çiçek-kadın ilişkisine hep şüpheyle ve sorgulayarak yaklaştım. Babamın çiçeksiz elini öpe öpe “babamın oğlu” olacak yerde ben, annemin çiçeksiz kalmışlığının kırgınlığından sebep, “annemin oğlu” oldum. Onu mutlu etmek için çocukluğumda, ormanda bulduğum ölmüş bir kaplumbağanın kabuğunu büyük bir heyecan ve sevinçle “anne, anne, bunun içerisindeki başka bir ev bulmuş, taşınmış; başkası gelip de buraya taşınmasın diye hemen aldım, getirdim,” diyerek ona getirmek de birdi benim için, sonraki yıllarda rengârenk çiçekler sunmak da. Hatta hiç unutmam, bir keresinde tartışmış, çizmeyi aşmış, onu kırmıştım. Kendisi de bir anne olan kız kardeşimin evine gitmişti bana küsüp. İçim içimi yiyor, vicdan azabından kıvranıyordum. Hâlbuki az biraz sesimi yükseltmiştim topu topu. Formül hemen aklıma geldi: çiçek+kadın+ben=mutluluk. Çiçekçiye gidip hemen özel bir demet yaptırdım. Ancak çiçekler zaten kendileri güzel değillermiş gibi çiçekçi onlara makyaj, manikür, pedikür, röfle, ombre; Allah ne verdiyse, ne kadar işlem varsa yaptıktan sonra elimdekiler artık camdan, ahşaptan eşyalarmışçasına bir hale büründüler. Üzüldüm. Elimde pahalı çiçeklerle kapıda belirdiğimde beni karşılayan kardeşim, gülümsemesiyle öyle bir acıma, aşağılama ve hor görme hisleriyle karışık bir yüz ifadesi takındı ki anlatamam. Sonra şöyle dedi: “Ne hata ederim, ne de bu hallere düşerim!” Annem ise bu süslü özel demete pek aldırış etmedi. Annemin kalbini onaran çiçek değil, zamandı. Formül yanlışlandı. Yanılmıştım.

Gel zaman git zaman, her türlü -izm ile tanışma evremde hayatıma giren komünist, ateist, materyalist arkadaşlarımın yanında feminist tanışlarım da oldu. Onlardan birinin çantasına iğnelenmiş bir şekilde gördüğüm rozetin üzerinde yazan şu iğneleyici sözler, kadınlar-çiçekler-ben ilişkisine yeni bir bakış açısı kazandırdı diyebilirim: “Kadın kadındır, çiçek babandır!”

Hayatımın en stresli, heyecanlı, gergin “bir kadına çiçek alma” hadisesi ise tamamına erememiş bir -halk tabiriyle- “kız isteme” merasimi/buluşması/toplantısı öncesinde olmuştur ki bu, hikâyesi pek derin ve uzun bir meseledir. Zaten o gün bu gündür orkideler bana hep, tüm çiçeklerden ayrı olarak gayet resmî, ciddi ve bürokratik gelmiştir.

NOT

Kadın-çiçek olarak bilinen bu klişeyi yerle bir eden belleğimdeki şu üç erkek, tanıdığım tüm kadınlardan çok ama çok farklı boyutlarda çiçeklerle ilişki içerisindeydiler. Bunlardan birincisi Celal amcamdı. Ruhu, yaratılışı ne derece nazik ve pür latif olursa olsun hiçbir kadın, Celal amcam kadar çiçeklerle hemdem olmuş olamaz. Hâlbuki amcam öfkesi, tez canlılığı ve katı kalpliliğiyle bilinirdi. Ama gelin görün ki çiçeklerle öyle bir ilişkisi vardı ki o, hayatımın “çiçeklere fısıldayan adamı” olarak apayrı bir yerdeydi. Onlardan bahis açıldığında, bir sevgiliden bahseder gibi hiç bitmeyen bir sohbetle sizi mest edebilirdi. Çiçeklerden her birinin karakter, huy, yapı, mizaç, tür, ömür gibi özelliklerine dair o kadar şey sıralayabilirdi ki onları yakın akrabası olarak gördüğüne hükmederdiniz. İkinci kişi ise üniversitedeki yurdumuzun aşçısı Hayrullah ağabeyimizdi. Şu modern zamanda, okuduğum tasavvuf kitaplarındaki gibi bir ömür süren tanıdığım biri varsa işte o kişi, mübarek Hayrullah ağabeyimdi. Onlarla konuşur, zikirlerini dinler, onları, tefekkürlerine konu ederdi. Sonuncusu ise hafızamda hep sofilerinin önüne elinde çiçeklerle çıkan, heybeti kadar müşfik duruşu ve bakışıyla da kalplerde taht kuran görklü bir şeyhti.

EK

Yüreğimi en inciten çiçek, menekşedir. Rahmetli babamın tüberkuloz, kanser gibi ölümcül hastalıklarla solan ömrüne inat kendi kendine bir renk getirmek çabasıyla camla kapalı balkonun her tarafına saçtığı mis kokulu renklerden biriydi menekşe. Dün gibi hatırlıyorum, bir çiçekçi dükkânına çevirdiği balkonda o gün diktiği çiçekleri sevinçle izliyor, kemoterapiden dolayı kan değerlerindeki düşme sebebiyle sürekli üşüdüğü için yaktığı elektrikli sobanın karşısından, ağrılarına rağmen yapacak başka işi olmadığı ve uyuyamadığı için okumaya çalıştığı polisiye romanlarından birini kapatıp bana, “Oğlum, bir keyif kahvesi yap da içelim, ne güzel oldu balkon böyle, değil mi?” diyerek onay bekliyordu. Sigarasını tüttüre tüttüre sade, sert kahvesini yudumlarken izlediği çiçeklerden biri olan menekşe, kış soğuklarına girdiğimiz şu birkaç gün öncesine kadar tomurcuklanıp yeniden çiçeğe durdu. O gün, babamın, kardeşimin ve benim rüyalarımı ziyaret etmesini biz, işte bu öksüz menekşeye yorduk.

Cüneyt Dal   

 

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • Özlem , 02/12/2022

    Ne kadar güzel bir yazı olmuş.
    Hepsi gözümün önünde tek tek canlanarak okudum Cüneyt.🙏🏻

  • Mim , 02/12/2022

    Tanıdığım bir büyüğüm var. Eskiden, henüz çocukken onu hep elindeki çiçekleri eşine götürürken görürdüm. Gideceği yerlere elindeki çiçeklerle gider ve dönüşte de elindeki çiçekleri eşine verirmiş. Sonra bir gün eşi bu dünyadan göçtü. Ve adam bir daha eline hiç çicek almamış. Artık elinde çiçek görende bir daha olmamış.

    Yani beyler biz kadınlar bize çiçek alınmasını değerli buluyoruz. Not: Bir çiçek tohumu ve bir saksı getirmekte aynı etkidedir.

  • Ayşe B. , 02/12/2022

    Çiçek gibi yazı.

  • Müşir , 02/12/2022

    Hayrullah abiyi tanıyorum. Okur, çiçeklerle konuşmayı betimleme zannetmiş olabilir ama o muhtemelen gerçekten konuşuyor. Gaipten “merhaba!” seslerini duyan bir güzel derviş kendisi, hiç yoksa selamlaşıyordur çiçeklerle… Allah Teala sırrını yüceltsin, hayırlı uzun ömürler ihsan eylesin. Gülistana çevirdiği bahçesinde mindere oturmasını bir özledim, arkasına yaslanmasını başka özledim. Kuşluk vaktinin misal alemindeki misali sanki, ceddine rahmet. Yeşil kubbeli şehirde yaşayan varsa arasın bulsun derim, yakasını ilikleyip çalsın kapısını, misafiri çok sever.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir