Kadim Bir Kültür Mozaiği: Hatay

Gaziantep’ten Hatay’a doğru yola çıktığımızda, içimde gezinin bitiyor olmasının acısını hissetmeye başladım. Bir an önce Hatay’a varma ve zamanı yavaşlatma isteğim arasındaki gerilim huzursuzluk veriyordu. O an, yol ve şehirlerde ne aradığımı düşünmeye başladım. Hiç görmediğim bir yere ilk ayak basışın verdiği o dayanılmaz keşif iştiyakı mı idi aradığım? ‘Mükemmel şehir’ kavramının künhüne varmak için duyduğum merak mı ya da? Yoksa gönül coğrafyamıza giderek hâkim olmanın verdiği tatmin duygusu mu? Henüz cezbesine tutulup gölgesinde yaşadığım sorunun cevabî yüzünü görmüş değilim. Galiba bu gizem beni şehir şehir gezdiren. Yollarla teselli buluyor, her yabancısı olduğum yerde ümidimi yitirmeden onun bana bir kez olsun çehresini göstermesini bekliyorum.

Antakya’ya ayak basar basmaz ilk durağımız Köprübaşı’ndaki meşhur Sultan Sofrası oldu. Burası halkın rağbet ettiği bir esnaf lokantası. Fiyatların gayet uygun olduğunu söyleyebilirim. Buraya frik pilavı, oruk, zahter salatası, kireçte kabak tatlısı ve yeşil kabuklu ceviz reçelini tatmak için geldim ama frik pilavına yetişemedim. Oruk; içi cevizli dışı bulgurdan yapılan bir köfte. Hatay’ın bu geleneksel ve meşhur köftesinin çeşitli türlerini Mardin’den Hatay’a kadar görmek mümkün. Süryanilerin “Kitel Raha”sına çok benziyor. Bu biraz daha hafifti çünkü Süryaniler küçükbaş hayvanın yağını daha yoğun kullanıyorlar. Zahter salatası yöreye ait yaş kekikten yapılan bir salata. Bu bitkinin zeytinyağı ve limonla çok uyumlu olduğunu ve kendine has bir tadı olduğunu söylemeliyim.

Kireçte kabak tatlısı, bilinen kabak tatlısından çok farklı. Dışı biraz sert gibi ama çatalınızı batırdığınızda bal peteğine çatal batırdığınızı düşündürebilir. Şerbetli olmasına rağmen çok hafif ve hazmı kolay. Henüz olgunlaşmamış yeşil kabuklu cevizden yapılan reçelin tadı bildiğimiz reçellerden oldukça değişik. Cevizler dört parçaya bölünerek özel birtakım işlemler geçirdikten sonra kavanozlara doldurulup satışa sunuluyor.

Oradan ayrıldıktan sonra Uzun Çarşı’yı arşınlamaya başladık. Çarşı içinde ve etrafında irili ufaklı birçok cami mevcut. Esnafın misafirperverlikleri yüzlerine vurmuştu. Kimin yüzüne baksak bizi tebessümle karşıladı. Akabinde Habib-i Neccar Camii’ne uğradık. Bu caminin minaresi klasik minarelerden farklı. İlk bakışta bir gözetleme kulesini andırıyor. Habib-i Neccar Camii’nin avlusuna girip uzun uzun minareyi izledim. Artık Hatay denilince en başta bu minare gelecek aklıma.

Sonra ismini Saint Simon’dan alan Samandağ’a geçtik. Orada konaklayacaktık. Eşyamızı bırakıp tekrar Antakya’ya indik. Eski Antakya evlerinin bulunduğu sokakları gezmeye başladık. Gökyüzünün bulutsuz olduğu parlak bir akşam vaktiydi. Buraya gözlerimi bağlayıp getirseler ve neresi olduğunu sorsalar Kavala ya da Selanik diyebilirdim çünkü çok benziyor. Mahallenin yapıtaşı haline getirilmiş avlulu evler ve bu evlerin birbiri ve sokaklarla olan uyumu buna örnek olarak verilebilir. Tek katlı ya da iki katlı taştan yapılma bu evlerin sade görünümleri Hatay’ı çok güzel özetliyor. Mütevazı ve misafirperver insanların yaşadığı bir yer ancak böyle olabilirdi. Asi Nehri’nin eski Hatay ve yeni Hatay olarak ikiye ayırdığı bu şehri çok sevdim. Asi Nehri, dinlemek isteyene, bunu kendine has diliyle anlatıyor. Caddeler, sokaklar, evler Asi Nehri’nin sustuğu yerde konuşmaya başlıyor. Hele bu evlerin taşlarına kulaklarınızı dayarsanız çeşit çeşit hikâyeler duyabilirsiniz.

Ertesi gün hafif bir kahvaltıdan sonra soluğu, Samandağ’da bulunan Titus Tüneli ve Beşikli Mağara’da aldık. Burası ziyaretçiler için çok güzel tasarlanmış. Yürüyüş yolunu takip ettiğinizde zeytinliklerin ve çeşitli ağaçların, bahçelerin arasından ilk önce Titus Tüneli’ne sonra Beşikli Mağara’sına varıyorsunuz. Yol boyunca köylülerin kendi mahsulü olan meyvelerden satın alma imkânınız mevcut. Sadece bahçe ürünleri değil el emeği göz nuru yöresel yiyecekler de satışa sunuluyor. Biz odun ateşinde demlenen kara demlik çayın cazibesine kapılıp masalardan birine oturduk. Yanına da katıklı ekmek söyledik. Muazzamdı. Uzaktan bakıldığında üzerine sebzeli harç atılmış çörek görüntüsü veren bu unlu mamul Hatay’ın diğer lezzetlerine nazaran gölgede kalmış. Ama benim için artık Hatay’ın simgelerinden birisi.

Beşikli mağaraya doğru gittiğimizde kameraların olduğunu fark ettik. Bu üzücüydü. Yetkililer, hazine avcılarının şerrinden Beşikli Mağara’yı muhafaza edebilmek için böyle bir yöntem tercih etmişler. Yürüyüş yolunun beton olması eleştiriye açık tek nokta olarak dillendirilebilir. Dökme beton yerine doğal taşları tercih etmek orijinalliği korumak açısından daha yerinde olabilirdi. Ama her şeye rağmen hem Titus Tüneli hem Beşikli Mağara görmeye değer. Hele ki ucunda katıklı ekmek varsa…

Bir sonraki durağımız Hıdırbey Musa Ağacı oldu. Rivayete göre Samandağ Sahili’nde buluşan Hz. Musa (a.s.) ve Hızır (a.s.) birlikte dağa çıkmışlar. Bu ağacın olduğu yerde Hz. Musa asasını yere saplamış.  Eğilip ab-ı hayattan içtikten sonra dönüp asasına baktığında asasının yeşerip bir fidana dönüştüğünü görmüş. Burası ufak bir yerleşim yeri olmasına rağmen ziyaretçisi çok fazla. Debisi yok denecek kadar az olan bu derenin içine masalar ve sandalyeler atılmış. Ziyaretçiler ayaklarını bu serin suyun içine sokup yemeklerini yiyebiliyor. Hatay halkının misafirperver olduğu kadar ehlikeyif olduğunu da eklemeliyim.

Samandağ’a kadar gelip Harbiye’ye gitmemek olmazdı. Konakladığımız otele çok yakın olan bu yerde aracımızı park etmek için yer bulmakta zorlandık. Toprak bayırdan aşağı inip meşhur Mozaik Restoran’a girdik. Bizimle mekan sahiplerinden Sergen Bey ilgilendi. Bir dediğimizi iki etmedi. Bir ara geldiğimiz için üzerine bize para vereceğini bile düşündük. Özel davetlisi olsak ancak bu kadar iyi ağırlanabilirdik. Tepsi Kebabı’nı 3 kişilik söylemiştik ama porsiyon çok büyük olduğu için 5 kişilik sandık. Tepsi Kebabı Hatay’a özgü bir yemek. Zırhla doğranmış etin, soğan, sarımsak, maydanoz, biber ve baharatla yoğurularak yapıldığı bu yemeğin yöresel adı “lahm-ı sini.” Ne kadar tarif edilirse edilsin tam izah olunamayacak orijinal bir tadı var. Sergen Bey bizim için en tazesinden künefe yaptırdı. Onu da üç kişilik söylemiştik ama porsiyonlar öyle büyük ki en başta gözüm korkmadı değil. Bir yemeği yerinde yemek lâzım sözünün anlamını burada künefe yerken anladım. Bir künefe nasıl bu kadar hafif ve güzel olabilir şaştım kaldım. Bir de Harbiye’de Ortanca Çiçeği’nin yetişmesine çok şaşırdım. Güneşi doğrudan değil kırılmış şekilde alması gereken ve yarı gölgelik alanlarda yetişen bu bitki Harbiye’de rahatça yetişebiliyor. Sıcağı ve güneşiyle bilinen bir şehirde Ortanca çiçeği görebilmek içime bir serinlik verdi.

Hatay, yemekleri kadar simgeleşmiş yerleri ve yetiştirdiği insanlarla da ön plana çıkan bir şehir. Mesela Antakya Lisesi. Burası başta Cemil Meriç olmak üzere birçok ünlü insanın mezun olduğu köklü bir eğitim kurumu. Menşei bir Fransız lisesi. Merkezde, Asi Nehri’nin Batı yakasında kalıyor. Cemil Meriç’e hürmeten liseyi ziyaret ettik. Onun eğitim gördüğü bir sınıfı ziyaret ettik. Bahçesinde yine bu okuldan mezun olan çok sevdiğim bir arkadaşımla karşılaştık. Mehmet Bey kardeşimle hasbihal ettikten sonra bize rehberlik etmeye başladı. Bizi Antakya Türk Katolik Kilisesi’ne ve Hatay Devleti Millet Meclisi’ne oradan da tüm Hatay’ı kuşbakışı izlememiz için çardakların olduğu yüksek bir yere götürdü. Bize ayrıntılarını hatırlamakta zorluk çektiğim bir sürü hikâye anlattı. Hatay’ı ondan dinleyince buraya ikinci kez gelmiş gibi oldum diyebilirim.

Hatay’ın medeniyetlerin beşiği olarak adlandırılması tevekkeli değil. Burada eşine çok nadir rastlanan bir olay yaşadım. Samandağ’da arabayla ilerlerken arabanın radyosunu açtım. İlk önce bir Türk radyo kanalından cızırtılı sesler geldi. Frekansını değiştirdim. Bu sefer bir Arap Radyosu çalmaya başladı. Bir kez daha değiştirdiğimde bir an inanmakta zorluk çektim ama Rum radyosu çalmaya başlamıştı. Üç farklı kültürün radyo frekansları ancak Hatay gibi güzide bir şehirde birbiriyle bu kadar iyi geçinebilirdi. O an Hatay’a gönlümün en güzel yerlerinden birisini tahsis ettim. Zira Hatay kelimenin tam manasıyla bir medeniyetler şehri olduğunu bu ince detayla bize göstermişti.

Muhammed Furkan Kâhya


İlgili Yazılar

Midenin Başkenti Gaziantep
Sarp Kayalar Arasında Bir İnci: Halfeti
Sadeliğin Tecessüm Etmiş Hali
Bir Hayal Kırıklığı Olarak Kayseri
Yolculuk Sancıları

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Mehmet , 05/12/2019

    Teşekkür ediyorum Moskova’dan bin selam…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir