Edebifikir, bir yenilgi daha yaşadı.
***
Dünyanın en uzak noktasının bir arşınlık mesafe kadar kısa geldiği anlar vardır ya, hani için şişer, gözlerin bir başka bakar… Ama diğer taraftan bir arpa boyu yol almak istersin, ruhun fersah fersah kaçar. İşte Bilal da istemle istenilen arasında bir yere sıkışıp kalmıştı. Karar mekanizmasının kitlendiğini hissediyordu. Böyle anlarda annesinin silueti gelirdi gözüne. Annesi arkasından bağırırdı her seferinde, ama o “anne evhamıdır” der, yapacağını yapardı. Bilal için hayat “oğlum dikkatli ol!” cümlesiyle burnunun dikine gittiği anın arasıydı. Bu anlardan birine, yıllar önce sıkışıp kaldı. Daha doğrusu bağımlısı oldu.
Bilal, uzun boylu, etine dolgundu. Kara, iri gözleri felfecir bakardı, ama kimseye kötülüğü dokunacak birisi de değildi. Kırk yılda bir kötülük düşünür onu da eline yüzüne bulaştırırdı. Biraz kararsızdı. Çabuk sıkılıyordu. İnsanlardan, hayattan, gündelik koşuşturmacalardan… Ağırcanlıydı, hayatın akışıyla inatlaşırcasına… Üstüne üstelik tembeldi.
Özellikle arkadaş seçiminde çok titizdi. Bu yüzden sayılı arkadaşı vardı. Kendini yapayalnız hissettiği çok olurdu. İçsel iletişimi yalnızlığından dolayı geliştiği için hissiyatı kuvvetliydi. Kırılgan, narin bir ruh hali vardı. Yalnızlığına biraz da bu hali sebep olmuştu. Bilal bu, zor işlerin adamı… Hayatı diklemesine yaşardı.
Yıllar geçtikçe yaşadığı boşluk daha da derinleşti. İyiden iyiye toplumdan soyutlanıyordu. Yalnızlığını ne arkadaşları, ne okuduğu sayısız kitap dindirebiliyordu.
Sanki eşini arıyordu da kendi de farkında değildi. Kozasından çıkmak üzereydi. Ruh hali uzun zamandır ürkütücü bir dinginliğe sahipti. Sıcak yaz günlerinin sabah serinliğindeydi vücudu.
Ruhu titreten güzeli fark etmesi uzun zaman almadı. Bilal, kontrolü elinden bırakmak istemiyordu. Tetikte duruyordu yani. Her ne kadar karşı taraftan etkilense de o vurdumduymaz tavırlarından vazgeçmiyordu. Bir, iki, üç gün… derken haftalar geçmişti. Önünde fütursuzca gezinen güzelliğe usulca sokulmak, ona baktığını hissettirmeden saatlerce izlemek istediğini kabulleniyordu. Bir an karşısındakinin bakışlarıyla göz göze gelse buz kesmiş bedeninin çatlayacağından korkuyordu. Ve ne gariptir annesi bu sefer evham yapmıyordu.
Uçsuz bucaksız denizlere uzun uzun bakınca gözleri yorulurdu Bilal’in. Şimdi de buna benzer bir durum söz konusuydu. Karşısındakinin gözlerine uzun süre bakamıyordu, algısı dağılıyor, kaçacak delik arıyordu… Yoruluyordu vesselam.
Kendini geri çekmeye ya da ona teslim olmaya mahkûmdu. Bu denizde kaybolacağının farkına çoktan varmıştı. Artık direnmesinin bir anlamı yoktu. Bir seçim yapması gerekiyordu: Usulca, karşısında salınan yeni hayata dâhil oldu.
Onur Peyk
1 Yorum