İstifra Sancısı

Saat 15.00 suları, Filistin’de Bir Yerde
Ve bir şarkının kalbinde oturan çocuk o gün evinden çıkmıştı. Her adım atışında ardında bıraktığı ayak izi ölümü hatırlatır gibiydi. Heybesinde tuttuğu bir kalıp peynir, bir kuru ekmek ve bir cıvık domatesti. Çocuğun dilinde binlerce satır aydınlanmayı bekliyordu. Ama şimdi kalkmalıydı. Yunus gibi kalkmalıydı, Yusuf gibi kalkmalıydı. Ama çocuk yaşamaya uzaktı. Yaşarken takmıştı ölüm hırkasını sırtına. Annesini bir yangında kaybeden, babası kurşunlara dizilen, abileri ve ablaları kim bilir hangi hapishanenin hangi koğuşunda can veren kimselerdi.

Yerde bıraktığı gözyaşını aldı, gökyüzüne bağışladı. Dile geldi gökyüzü ve yeryüzüne binlerce yağmur damlası ağdı. Eğer ki o an kalbini yarsaydı çocuk, muhakkak ki gök yarılır ve dökülürdü yeryüzüne bin parça yıldızlar. Ama çocuk küfretmedi. Daha kurtarılabilecek bunca çocuk varken, ezilen bunca insan, biliyordu ki hala ayakta kalması için bir nedene sahipti.

Saat 03.00 suları, Türkiye’de Bir Yerde

Ve bir şarkının katlini gerçekleştiren çocuk daha yeni eve gelmişti. Kalbinde garip bir şeyin gülümsemesini duyuyordu. Elinde bir telefon, bağdaş kurduğu dünya nimetleri; dünya onun için cehennemin dibiydi. Bir kızın peşine düşmüştü ve o kız da başkasına sevdalıydı. Sonra kavgalar… Üstelik babası hep sıkıştırırdı onu. Kendisini dinlememesi onun en büyük sorunuydu. Annesi bir yerde kırılan, sonra üzülen ve ağlayandı. Ama kime ne? İki yetişkin yabancıydı onlar çocuk için.

Çocuk şimdi salondaydı. Yaşamın bütün ağırlığını uzatmış kanepesine ve öylece uzanıp televizyon izliyordu. Ve televizyonda bir haber, kim bilir, ne önemi var ki bunun? Filistin’de bir sürü ölü ve yaralı haberleri görülüyordu. Ve ölenlerin içinde o çocuk… “Iıyy”, dedi “çok iğrenç” Hemen kanalı değiştirdi ve gördüğü ilk diziyi seyretmeye başladı.

Saat 18.00 suları, Türkiye’de Bir Yerde Ben

Hep bir ölüme oynuyoruz. Hep bir hüzün yağmuru. Alafranga duyguların içinde, evet, her ne kadar umursamaz olsam da benim de bir kavgam var. Kalbimin derinliklerinde, ölen sevgimi uyandıran; tekrar insanlığa bağışlayan ve tekrar ölen… Ölümün içinde o güzel anımı arıyorum, evet. Ölümün içinde unuttuğum o insanlığı arıyorum. Ben insanlığı kitaplardan öğreniyorum ama o çocuklar direk dışarıdan. Ben ölümü kendimde tatbik ediyorum ama o çocuklar direk bombalardan…

Sonra ben acıkıyorum, hemen koşup bir marketten hazır yiyecekler, kolalar alıyorum. Sonra o çocuklarda acıkıyorlar ama benim verdiğim paralarla alınan bombaları bedenlerine yiyorlar. Ben miyim zalim olan, onlar mı? Onlar “bak, ben buyum” diyor, “yemezsen yeme, içmezsen içme.” Ben çıkıyorum “Allah’ım” diyorum “onlara en azından buğzettim.” Sonra ne oluyor, gidiyor ve sıcak bir pazartesi gününde ilk önce bir kutu kola alıp, şişesini yere atıyorum.

 

Eğer bir davası yoksa insanın, insan olduğunu düşünmüyorum. Eğer bir davası yoksa insanın bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. İnsan, eğer yurdunun bir köşesinde ezilirken bir Müslüman, dünya gündemi bunu istemiyor diye vazgeçiyorsa bu davayla ilgilenmekten, bir insanlığı olduğunu zannetmiyorum. Bugün kızgınım, bugün garibim. Bugün canıma taktığım pervaneler insan olmanın anlamını kavrıyor. Ölümüm her şiirde bir satır. Ölümüm her satırda bin şiir. Ben ölümüme oynuyorum anlam ise bana. Ben kavlimi siliyorum bütün perdelerden; kavlim kader burcu.

Sonra o çocuğu defnediyorlar. Sonra o çocuğun kanını başka bir çocuk göğüslüyor. Onun kanı yerde kalmıyor ama bütün katiller birbiriyle buluşuyor. Ben bugün hayata isyan ediyorum. Ben bugün kendimden şikâyetçiyim. Ben bugün bütün dünya nimetlerini terk ettim. Ben bugün ölüyorum ve doğuyorum Filistinli bir çocuğun yüreğinde. Yüreğim yüreğinde bir satır.

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir