Israrımız Yarım Bir Ekmek Gibiydi

 

Kaçıyorduk kendi ısrarımız yarım bir ekmek gibiydi. Soğanı bölmüşken ve değilken yalnızken ve sadeyken ortadan bir hayatı kavgalı bir yolculuk bulmuşken kendimizi kovduk. Tüm yolculuklar kalbimizde bir sürgünü barındırıyor. Gidiyoruz. Sadece gitmek. Gitmenin tüm felsefesini, tahminlerini yol durumlarını ceplerimizden kaçırdığımız ellerimizle bulmaya çalışıyoruz. El yordamı ile bulduğunuz gerçeklik gözlerimize yendirdiğimiz bir hasreti dindiriyor. Toprak.

Toprak kokuyorsa ellerimiz, ellerimiz toprağın kokusunu çekmişse o zaman bize gitmek, toprağa girmek gibidir. Gitmek. Toprak. Toprak ve gitmek bir durumun yani ahvalin göstergesidir. Bir insanın toprağa gitme korkunçluğunu yaşıyoruz üzerimizde. Yoğun bir biçimde, yoğun süngüler, yoğun mevsimler, yoğun bir kırılmadan geçerek toprağa göçüyoruz.

Toprak bize kim olduğumuzu söylüyor. Aslımızı söylüyor, şeceremize döndürüyor. Döndürülüyoruz. Toprak bizi bize döndürüyor. Yüzümüzü gök boşluğuna çevirmemiz boşuna değil. Gözümüzü diktiğimiz sonsuzlukta ellerimize dolaşan toprak bir kımıltının canlı resmidir. Toprak. Toprak kokuyoruz. Mis gibi bahar kokmakla, canlanarak muştamızı çıkartıyoruz.

Hayatın çığlıklarını katık ediyoruz sofalarımıza. Sofalarımızda garip ilmekler. Garip bir birliktelik. Sofamızdan başlarız göçmeye. Göçmeye sofalarımızın nazenin sesinde, dingin bir kış akşamında şiirler söyleyerek işlemeye çalışıyoruz.

Kuşlar. Kendimizden geçme sebebimiz. Sürülerce. Kuşlar kışın göçer. Şehirlerin üzerinde toplu göç hareketleriyle. Kuşların bir kenti terk etme hüznü, insanın kalbinde puslu düşüncelerin başlangıcıdır. Kuşlar. Göçmenin düşmeye, kalmanın konmaya eşdeğer şiiridir. Biz kuşların ne derece yükseldiğini sert rüzgârların kopartan yangınıyla izledik. Kendimizden geçtik. Rüzgâr kuşların kanatlarında asi küheylanlar gibi coşuyordu.

İçimizdeki boşluk bir göçün nedeni. Boşluk içinde yankılanan isimlerimiz var. İsimlerimiz yaygın bir boşlukta yayılan dalda dalga ses. Söz söyleme gücünü kendimizde buluyoruz. İnsan söz söylemekten vazgeçtiğinde akıl tutulmasına yakalanmıştır. İnsan sözün değerini ateşe atılan kükürt gibi düşünmeli, kalaylanacak yüreklerin ne kadar berraklaşıp sivrildiğini sözün gücüyle görecek.

İçimizden kısık sesleri yele saldık. Rüzgâr büyütecektir çığlıklarımızı. Pencerelerden, kapı aralarından, minarelerin şerefelerinden yayılarak büyüyecektir. Biz bir çığlığın yürekteki izini biliriz. Dağların, engin düzlüklerin, gayzer çukurlarının içindeki, üzerindeki, yamacındaki yayılışını biliriz. Hiçbir fizik kuralına bağlamadan sesleniriz: sesimiz etki edecek bir kalbi buluncaya kadar. Seslenmekten vazgeçmeyeceğiz. Sesimiz kısılıncaya kadar, sesimizin kısıklığına aldırmadan devam edeceğiz. Bir emri dillendirir gibi. Emri dillendirir gibi yapmayacağız, emrin direk itaat gerektirdiğini bildireceğiz. Bütün manifestolarda, pankartlarda, sözcülerimizden bunu isteyeceğiz.

Yazmak. Yazmak sözcüsü olmaktır tarihin. Sayfaların uğultusuna kapılıp kendini sayfalarda ifade eden her kalem, hiçbir hakeme ihtiyaç duymadan onurlu bir direniş sergileyecek. Biz direnişin aslında tuzlu bir şey olduğunu biliyoruz. Kendimizden geçerek âmin diyecek gücümüz var hala. Var. Hançerler saplanırken boğazımıza dikildiğimiz her sokak başında “la” diyeceğiz. Sonra susacağız.

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir