İns’in Kelimeleri

İşte yine başlıyorsunuz. Ben müteredditim. Yalnız uzaktan izleyeceğim artık sizi. Bir hikâyenin daha orta sayfasında kimliğimi kaybetmeye cesaretim yok. Siz kurulacak tüm cümleleri kurdunuz, söylenecek tüm kelimeleri söylediniz ve işte yeni bir hikâyeye başlıyorsunuz. Ben sükût ehli değilim, fakat eskitilmemiş kelimeler bulamıyorum sesimi çoğaltmaya. Siz sesinizle bir kavgaya tutuşuyorsunuz, öfkenizle meydan okuyorsunuz çağa. Ben kavgamı ve öfkemi ehlileştiriyorum. Beni ihtiyatlı olmakla suçluyorsunuz. Oysa en uçlarda dolaşıp itidalden bahis açan sizsiniz. Bu hikâyenin müellifi ben değilim. Siz misiniz? Siz kimsiniz?

– Sen kimsin?

Ben bu sorunun hazırlıksız yakalananıyım. Cevaba niyetlenince birbirine ulanıyor cümleler, dile getirilemeyecek büyük bir cümle oluyor. Kendi kimliğimin altında eziliyorum. Neden soruyorsunuz şimdi bu soruyu? Siz bir tanışıklık aramıyorsunuz ki, bir dinleyici arıyorsunuz belki, belki kendi cevapsız sorularınız için bir mükellef. Ben kaybettiğim hissiyatımı arıyorum. Hiçbir kayıp böylesine tenha bırakamaz insan kalbini. Sanki içimde namütenahi bir boşluk taşıyorum. Tahammül nasıl böyle kolay olabilir siz böyle kalabalıkken?  Her yanımdasınız ama içime ulaşamıyorsunuz. Siz, sesiniz, şiiriniz, öfkeniz, hikâyeleriniz… Kelimeleriniz, her yerdesiniz.

– Sen hep kelimenin derdinde misin?

Siz İns’i bilir misiniz? İns kelimenin her şeyi anlamlı kılışının hikâyesidir. Çok eski zamanlarda yaşar İns, hiçbir şeyin adının konmadığı zamanlarda. Her şeyi görür ama hiçbir şeyi bilmez. Zihnine kat kat çadırlar kuran bir arayışa çıkar sonunda. Kadını, dağı, toprağı, yaşamayı anlamlandıracak bir arayışa… Herkesten kaçıp çadırlarına kapatır kendini. İns çadırlarda boğulur, İns kendini yeniden doğurur. Ve Allah İns’e kelimeyi öğretir. İşte tanışıklık da, hissiyat da kelimeyle başlar. Ben başlangıcın derdindeyim. Hissiyatımı yitirmediğim zamanların. Siz beni zamanın gurbetine çekiyorsunuz konuştukça, sonra getirip çağın ortasına bırakıyorsunuz. Çağın ortasına düşmek tüm yitimlerin başıdır. Çağın ortasına düşmek, çölün ortasına düşmek gibidir. Derinizi kurutan güneşi fark edersiniz ilk. Sonra damarlarınızda yürüyen suyu yitirirsiniz. Her yanınızı kaplayan çöl, acziyetinizdir. Çölleşirsiniz. Sonsuz bir boşluk olursunuz. Siz de içinizde çöller taşırsınız belki. Ben sizin çöllerinize su taşıyamam.  Ben müteredditim. Yalnız uzaktan izleyeceğim artık sizi.

– Musahhihe söyleyin müellife aldırmasın eskimeyen kelimelerle yeniden yazsın hikâyeyi.

Elif Bayır

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Betül , 07/04/2015

    Elif Bayır’ın yazılarında kendimizi bulup, hayatın anlamını kaybediyoruz!!

  • ibrahim H. Aslan , 06/04/2015

    yazı çok sade ve güzel olmuş. elif bayırın yeni yazılarını bekliyoruz…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir