1. İtidal sahibi olmayı mücadeleyi bırakmamak, bir ömür teyakkuzda olmak, kalp kapısında nöbet tutmak olarak tanımlayabiliriz. İstikamet ise dosdoğru olmak, kararlı olmak ve dürüst yaşamak anlamlarına gelir. Anlam yakınlığından ötürü “itidal” ile “istikamet” kavramları arasında bir bağ kurabiliriz. Kişinin mücadelesinde dosdoğru ve sabit olması, yolundan dönmemesi ve yol esnasında rabbi ile sürekli kalbî bir rabıta içinde olması itidalde istikameti göstermektedir ki bu durum da insanın kendini bilmesini doğurur.
2. İtidalden bahsediyorsak ister istemez ifrat ve tefrit kavramları hakkında da konuşmamız gerekir. İfrat haddi aşmak manasını karşılarken tefrit ise bir şeyin hakkını vermemek yani noksan bırakmak anlamına gelmektedir. İşte itidal, bu ifrat ve tefritin tam ortasında durur ki bu durduğu çizgiye de istikamet çizgisi denir. İstikamet sahibi kişi aşırılıklardan uzak durur, kişiliğini başkasının kişiliğinde silikleştirmez. Hayata karşı bir duruşu vardır, duruşunu başkalarının duruşuna göre ayarlamaz. İşte asıl önemli olan ve yanlış anlaşılan yer de burası. Yani itidalin pasif bir kavram olarak anlaşılması ve hayata bu şekilde aktarılması. Mesela “sabır” örneği üzerinden konuyu vuzuha kavuşturalım.
3. Sabretmek; her türlü sıkıntıyı sineye çekmek, sessiz kalmak demek değildir. Asıl sabır; kötülükleri engellemek için kişinin var gücüyle çalışmaya devam etmesi, zulüm karşısından hakkını araması ve hakkı tutup kaldırmasıdır. Yani sabır pasif bir durum değil bilakis aktif bir haldir. İçinde eylem barındırır. Eylemin öncesinde ise sahih bir niyet olması elzemdir. Upuzun bir tünelin içinde de olsak tünelin sonundaki ışığı görüp gerekirse bir ömür teyakkuzda olmak ve o ışığa doğru koşmaktır. Koşamadığımız zamanlarda ise yürümek ve yürümek dahi mümkün değilse fikri olarak sefer etmektir. İşte itidal de etliye sütlüye karışmadan orta seviyede bir hayat yaşamak değil bilakis nefs ve ruh dengesini sağlamak için sürekli uyanık olmak ve yaşanılabilir bir hayat için mücadele etmektir.
4. İstikameti üçe ayırabiliriz. Dilin, hareketlerin ve kalbin istikameti. Bu üç istikamet; beşeri, insan seviyesine çıkartır. Çünkü her beşer insan değildir. Beşer; dil, hareket ve kalbî olarak tekâmül etmedikçe insanlaşamaz. İnsanın her bir fiilin itidali vardır. Aklın itidali hilekârlık (kurnazlık) ve ahmaklıktan ilim sayesinde uzak durmasıdır. Şehvetin itidali iffet, tevâzunun itidali ise zillete düşmemektir. İşte böyle insanın her fiilinin bir itidali yani orta noktası vardır. İtidal insanın hayatını dengede tutan, nefsin aşırılıklarından koruyan, kişiye karakter kazandıran bir vasıftır. İtidalden uzaklaşmak ise kişinin heva ve hevesinin her dediğini yerine getirdiği gönüllü bir köleliği doğurur.
5. Kişinin kendi bütünlüğünü sağlaması, döngüsünü tamamlaması için itidal olmazsa olmazdır. Çünkü itidal yaratılış gayesine uygun hareket etmektir. Burada ister istemez ayân-ı sâbite kavramına vurgu yapmamız gerekiyor. Ayân-ı sâbite, varlığın zahir olmadan evvel Allah’ın ilmindeki bilgi olarak mevcudiyeti yani arketip anlamına gelir. Dünyada var olan her bir yaratılmış bu ayân-ı sâbitesine göre vücut bulur. O halde itidal kulun, varlığın özüne uygun harekete ulaşmasıdır.
6. İnsanoğlu, içinde bilkuvve olarak duran potansiyeli bilfiile dönüştürmedikçe itidal noktasına varamaz. Yani kişi kabiliyetlerini ve istidatlarını eyleme dönüştürmedikçe İbn Arabi hazretlerinin deyimiyle “nefesini tutarak veremeyen insan” gibidir. Dolayısıyla kulluğun itidali kişinin kemâlât yolunda ilerlemesidir. Bunun altı her durum ve hal ise tefrit halidir ki insanın hakikatten körlüğüne işaret eder.
Sulhi Ceylan