İbadetten İmaja Sanattan Zanaate Kültürümüzde Tesbih

Tesbihin Kültür ve Geleneğimizdeki Yeri

Tesbih, Arapça “Sübha” kökünden gelmekte olup Allah’ı takdis ve ulûhiyyetle bağdaşmayan her türlü noksanlıktan tenzih etmek, bu maksatla “Sübhanallah” kelimesini söylemektir. Kuran-ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde tesbih lafzen geçmektedir.  Namazdan sonraki tesbihat ile vird ve zikir derslerini belirli bir sayıya göre yapabilmek için kullanılan, tanelerin ipliğe dizilmesiyle yapılan ve elde çekilen nesneye de tesbih denilir. Türkçede tespih şeklinde telaffuz ve imla edildiği de olur. Tesbihin 33’lük, 99’luk, 500’lük ve 1000’lik taneleri olabilmektedir (TDVİA, Tesbih). 33 taneli tesbihler daha çok günlük hayatta kullanılır fakat 99’luk tesbih gibi ibadet amacını yerine getirmek için de kullanılabilirler. 500’lük ve 1000’lik olanlarsa tekkelerde dervişlerin vird ve zikir derslerini yerine getirmek için kullandıkları tesbihlerdir. Normalden daha büyük taneleri olan ve efeler tarafından kullanılan 17’lik tesbihler de vardır.

Bazı rivayetlerde tesbihin farklı tane sayılarına göre değişik anlamlar taşıdığı ileri sürülür. 99 taneli tesbihlerin Allah’ın Esma’ül Hüsna olarak ifade edilen doksan dokuz adıyla, 33 taneli tesbihlerin Hz. İsa’nın Allah tarafından göğe çekilirken 33 yaşında olmasıyla veyahut tesbihçilerin piri kabul edilen Veysel Karanî’nin Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) Uhud’da kırılan dişine kendi 32 dişini de çektirip ekleyerek bir ipe dizmesiyle ilgisi kurulur (Nas, 2005).

Kurulan bu ilgilerden anlaşılacağı üzere tesbih maddi bir kültür unsuru olmakla beraber ibadete yardımcı bir araç olması sebebiyle aynı zamanda manevi bir kültür unsurudur. Tesbihin ibadet dışında işlevleri de vardır. Bu durum tesbihte kullanılan malzemeye veya kullanıcının niyetine göre değişmektedir. Tesbih, can sıkıntısını gidermek ve oyalanmak için kullanıldığı gibi, mesela anti bakteriyel özellikli malzemelerden yapılan (kuka) tesbihler sağlık ve temizlik için tıbbi saiklerle, insana pozitif enerji verdiği düşünülen taşlardan yapılan (akik, kehribar) tesbihler rahatlamak için psikolojik saiklerle kullanılabilmektedir. Sanat değeri olan tesbihler meraklı kişilerce zevk ve koleksiyon objesi olarak da temin edilebilmektedir. Bütün bunların yanında tesbih özellikle erkekler tarafından aksesuar olarak tercih edilmektedir.

İslâm tarihinde tesbih adına ilk kez, 800’lü yıllarda rastlandığı bilinmekte ve tesbihin Hint’ten batı Asya’ya geldiği tahmin edilmektedir. İslamiyet’in ilk yıllarında insanların tesbih çekerken çakıl taşları, zeytin ve hurma çekirdeklerini iki keseden birine doldurdukları, doludan boşa aktardıkları ve her zikir için taşların dışında ipleri düğümledikleri belirtilmektedir. Günümüzdeki formuyla en erken örnekleri Hinduizm’e kadar götürülebilen tesbih kültürünün antik Peru’da ipe düğüm atmak şeklinde uygulanan ve “quipu” denilen hesaplama sistemiyle ilişkisi olması muhtemeldir. Quipu Peru dilinde “düğüm” demektir. İpliğe düğüm atma geleneği aslında hemen her toplumda vardır. İpliğe dizili boncuklardan oluşan gerdanlık gibi tesbihe geçişin zamanı kesin şekilde bilinmemekle beraber ilk defa Ortadoğu’da kullanılmış olması muhtemeldir. Eski Mısır’da firavun Tutankamon’un mezarında bulunan otuz yedi taştan müteşekkil bir nesnenin dua etmede kullanılan bir tesbih olduğu düşünülmektedir. Hıristiyanlar Haçlı Seferleri sırasında tesbihi Müslümanlardan görüp almışlar, 16. asırdan itibaren yaygın olarak kullanmaya başlamışlardır (TDVİA, Tesbih).

İncelenen bütün kaynaklarda istisnasız olarak ifade edilen şudur: Tesbih, Osmanlılar eliyle zanaatten sanata dönüşmüştür. Tesbihi sanat olarak insanlığa armağan eden Türkler olduğu gibi Türkiye bugün de dünyada tesbih sanatında zirvede bulunmaktadır. Tesbih üzerinde etraflıca duran ilk yazarlardan biri olan Nureddin Rüştü Bengül tesbihçiliğimiz hakkında şunları söyler: “Tesbihlerin en güzelleri Türkler tarafından, bilhassa İstanbul’da yapılmıştır. Araplar ve İranlılar bununla pek meşgul olmamıştır. Arabistan’da yapılan tesbihler çirkin ve zevki selime uygun değildir. Anadolu ve Hindistan’da görülen tesbihlerin hepsi Türk desenidir. Türk zevkine uygun olarak yapılan tesbihleri yapanların isimleri diğer sanatkârlarımız gibi tespit edilip tarihe geçmemiştir. İstanbul’un tesbihçe en zengin zamanının XVI. asrın sonlarına isabet ettiği anlaşılıyor. Bu devrede İran’a, Turan’a, Şark’a, Garb’a tesbih yetiştirmiş, Türkiye’de de hemen hemen herkesin elinde değilse de cebinde bulunmuştur. Uzunçarşı, Selâtin Camilerinin önleri, Çarşıiçi, Kuledibi, Üsküdar İskelebaşı, Beşiktaş, Fâtih, Eyüp Sultan tesbih yapan ve satanlarla dolu idi. I. Ahmed, meşhur Sultan Ahmet Camii şerifini yaptırıp da ilk Cuma namazı kılınacağı zaman, bu câmiin kaç kişi alacağını merak ederek giren herkese bir ödağacı tesbihi hediye edilmesini emretmiş ve bu suretle seksen altı bin küsur tesbih gittiğini anlamış; câmi boşalırken de çıkana bir kalembeki tesbih hediye olunarak yine aynı adet bulunmuştur. Burada bizi alâkadar eden husus, Sultan Ahmet Camisinin kaç cemaat aldığı değil, böyle ikiyüz bine yakın tesbihin bir iki gün içinde nasıl tedarik edildiğidir. Şu hale nazaran, o zaman, İstanbul’da yüzlerce tesbihcinin bulunduğu anlaşılıyor. Fakat isimlerini zabt ve tespit etmek, kimsenin hatırına gelmemiştir.” (Bengül 1938: 189-190).

Osmanlılar Döneminde sosyal yaşamda vazgeçilmez bir eşya olan tesbih, 17. yüzyılda İstanbul’da önemli bir el sanatı durumuna gelmiştir. I. Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, Sultan Abdülhamid, Sultan Mahmud gibi padişahlar ile vezir, sadrazam ve devletin ileri gelenlerinin zengin tesbih koleksiyonlarının olduğu tespit edilmiştir (Tümer 1982). 18. yüzyılda İstanbul’da seçkin kadınların ellerinden düşürmedikleri bir aksesuar haline gelen tesbih, Osmanlı Döneminde oldukça kaliteli el işçiliğinde ve zengin bir malzeme çeşitliliğinde yapılmıştır. Bu tesbihlerden III. Selim’in zümrüt ve incilerden yapılmış tesbihi ile Sokullu Mehmet Paşanın tümü elmaslardan dizilmiş tesbihi meşhurdur (Sarıcı, 1996).

Geleneğimizde tesbih, kullananlara göre değişik adlarlarla anılır:

l. Padişah Tesbihleri

2. Vüzera Tesbihleri

3. Vükelâ Tesbihleri

4. Zengin Tesbihleri

5. Fukara Tesbihleri

Zaman ve mekân farkı gözetilmeksizin bakıldığında tüm kültürde hediyeleşmede yüksek değerli hediyelerin büyük önem taşıdığı görülür. Osmanlı kültüründe de, Hz. Peygamberin hadisi gereği önemli bir yeri olan hediyeleşmede hediyenin kıymetli eşyalardan seçilmesine özen gösterilir, tesbih de çokça verilen hediyeler arasında yer alır (Ülkümen 1969: 112-122; Tekin 2014: 26).

Tesbih eskiden, Çıkrık Kemane denilen özel torna tezgâhlarında “El terazi, göz mizan” yöntemiyle çekilirmiş. “Tesbih çekmek” hem tesbih üretmek, hem de tesbihi elde yuvarlamak anlamında kullanılan bir deyim. Elde fazla tutulduğu için tesbih hakkında espirili bir şekilde “Elin sakızı” tabiri de kullanılır. Tesbih ustaları 1965 yılından bu yana yavaş yavaş çağa uyarak elektrikli tornalara geçtiler. Bu sayede tesbih sanatı çağ atladı. Eskiyle kıyaslanmayacak güzellikte ve hassas ölçülerdeki tesbihler, son derece kolay bir şekilde çekilir oldu (Zevkerbabi 2011).

Tesbih sanatında isim yapmış bazı ustalarımız ve tesbih koleksiyoncularımız şunlardır:

Geçmişin Ustaları: Beylerbeyli Galip Usta, Topuzun Halil, Sahhaf Nuri, Tophaneli İsmet, Mevlanakapılı Mahmut, Fildişici Burhan, Topkapılı Sadık, Börekçi Mahmud, Beşiktaşlı Sağır Rıfat, Kalemdar Hayri, Kehribarcıbaşı Ali Bey, Kalafatçı Hasan, Niyazi Sayın, Yusuf Özgen, Topkapılı Sâdık Usta, Topuz İsmail Usta, Tosun Usta, Balatlı Nuri Usta, Beylerbeyili Ali Usta, Horozun Salih Usta, Eyüplü Deli Tâhir, Halil Usta.

Günümüzün Ustaları: Bünyamin Korucu, Mustafa Ünver, A.Metin Karakuş, Zekai Şenyurt, Hüseyin Çelik, Özcan Ata, Aziz Acar, Mustafa Kalaycı, İmdat Kalaycı, Feyzullah Kalaycı, Bahri Bülbül, Cem Bülbül, Ragıp Öner, Vural Acar, Volkan Acar, Gürcan Oncu, Asker Mustafa, Lokman Karadağ, Necip Fazıl Karadağ, Ruhan Çoban, Cuma Fırat Kayabaşı, Bedri Aslantaş.

Türkiye’nin büyük koleksiyoncuları: Süleyman Demirel, Aydın Bolak Vakfı, Necip Sarıcı, Mesut Hakgüder, Serdar Neziroğlu, Mehmet Tataroğlu, Sakıp Sabancı Vakfı, Bedrettin Dalan, Yapı ve Kredi Bankası (Bengül 1938; Zevkerbabi 2011).

Her ne kadar tesbih asırlardır sanat objesi olarak meydana getirilse ve Türk ustalar bu sanatta son derece mahir olsa da bugün tedavülde olan tesbihlerin çoğu basit ahşap ve plastik malzemelerden yapılıyor. Cami ve evlerdeki 99’luk tesbihlerin çok büyük kısmı namazdan sonraki tesbihatı yerine getirmek için kullanılan zanaat mahsulü tesbihler. Bu durum 33’lük tesbihler için de geçerli. Son yıllarda internet üzerinden tesbih ticareti yaygınlaşmış durumda. Fabrika marifetiyle seri üretilen bu tesbihlere ilgi de bir hayli fazla. Dolayısıyla tesbih sanat eseri yahut zanaat mahsulü olmasına bakılmaksızın hemen hepimizin kullandığı bir nesnedir ve aslında hayatımızın da önemli bir parçasıdır. Öyle ki halkımız tesbihi gelin çeyizlerinin ve damat bohçalarının vazgeçilmez bir parçası olarak görmektedir.

Bunların ötesinde tesbih şiir geleneğimize de yansımıştır (Nas 2005; Yılmaz 2012).

Pir Sultan Abdal’ım, meydanda merdim
Her ner’ye baktımsa yarimi gördüm
Seherde tespihim evradım virdim
Mecnunum olanlar dağlara gelsin

Pir Sultan Abdal

Gevheri bağlamış bir özge eda
Elinde tespihi dilinde Hüda
Dellal-i muhabbet eylemiş nida
Garip gönüllere mihman olansın

Gevherî

Bir elde sübha gerek câm-ı şu’le-tâb bir elde
Bir elde özr-i güneh lâzım u şarâb bir elde

Mezâkî

Dest-i kudret dehenünde dür-i dendânlarını
Halka-i la’le komış sübha-i incü sandum

Fasihî

Şümâr-ı cevrin eşküm katresiyle eylerem yâruñ
Sirişk-i hun-çegân tesbîh-i mercân olmadan kalmaz

Âgâh

Rişte-i ten zeyn olaldan katre katre kandan
Yüz çevirdim sübha-i sad-dâne-i mercândan

Nedim

Manilerimizde kendine yer bulmuştur:

Tesbehim yanar döner
Yarımın adı Ömer
Ömer meni almazsa
Üreğim ona yanar

(Sivas yöresi)

Tösbehim al mercandan
Kahve doldır fincandan
Seviysen eşkere sev
Ben geçmişem bı candan

(Şanlıurfa yöresi)

Hatta bilmecesi bile vardır:

Doksan dokuz cemaat, iki müezzin bir imam.
Yuvarlaktır düz değil, doksan dokuz yüz değil

Tesbihin neredeyse vazgeçilmez bir parça olarak hayatımızda yer alması, şiir ve manilerimize, yani kültürümüze yansıması, ne kadar önemli bir maddi manevi kültür unsuru olduğunu göstermektedir.

İmaj Yüklenici Bir Nesne Olarak Tesbih

Tesbih ve Sufi-Zahid Tipi

Tesbih, yukarıda temas edildiği üzere birbirinden farklı saiklerle kullanılabilen bir nesne olsa da esasen ibadete yardımcı bir araç olarak kullanılır. Tesbihin ortaya çıkmasını gerektiren çok basit bir sebep vardır: İnsanların sayıya dayalı olarak yaptıkları tesbihat, zikir ve virdleri hesaplayabilme ihtiyacı. İslâm’da ibadetlerin az da olsa devamlı ve düzenli olması bizzat Hz. Peygamber tarafından salık verilmiştir: “Amellerin Allah Teâlâ’ya en sevimli olanı, az da olsa devamlı yapılanıdır.” (Müslim, Müsâfirîn, 218). Buradan hareketle tasavvuf ehli mürşidler, kendilerine intisap eden müridlerin seyr u sülûkta ilerleme kaydedebilmeleri için onlara çeşitli esma dersleri (evrad u ezkar) vermiştir. Bunlar “İbadette devamlılık esastır” düsturunca düzenli ve genelde sayısı belli günlük dersler olduğundan, tesbih tasavvuf ehlinin vazgeçilmez nesnelerinden biri hâlini almış, zamanla tasavvuf ehli ile bağdaşan bir nesneye dönüşmüş ve yine yukarıda temas edildiği üzere sufilere mahsus 500’lük ve 1000’lik tesbihler bile imal edilir olmuştur.

Tesbihin sufi-zahid tipiyle ne derece bağdaştığını Yunus Emre’nin bir beyti açıkça göstermektedir:

Sufiyem halk içinde tesbih elimden gitmez
Dilim marifet söyler gönlüm hiç kabul etmez

Beyitte hem tesbih ile sufi tipi arasındaki bağa işaret var hem de zikrin aslında nasıl olması gerektiği tarif ediliyor. Yunus’un belirttiği gibi dilin söylediğini gönül kabul etmez, tesbih gönülden yapılmazsa, o zikir makbul değildir. Tesbih, dil ve gönül ile yapılan zikre eli de dâhil ederek ibadeti görünür kıldığı için riyanın timsali olmuştur. İşte bu yüzden bizim rind ve melami meşrepli klasik şairlerimiz sufi ve zahid tipine çatacak bir unsur olarak tesbihi şiirlerinde çokça kullanmışlardır. Nitekim aşağıdaki beyitlerde bu durum görülmektedir (Yılmaz 2012).

Zâhidâ câm-ı meyüñ katrasını nûş itsen
Elüne almaz idüñ sübhasını mercânun

«Ey zâhid! Şarap kadehinden bir damla içsen, mercan tesbihi eline almazdın»

Nev’î

Yüzin eline alup geldi meclise sûfî
Bu gice rişte-i tesbîhi târ-ı çeng oldı

«Sufi yüzünü eline alıp meclise geldi. Bu gece tesbihinin ipi kanunun teli oldu»

Yüzünü eline aldı tabiri hem 100’lük tesbihe atıftır hem de utanmak anlamındadır.

Bâkî

Sen ey zâhid ne deñlü sübha-gerdân-ı riyâ olsan
Bizüm nagme-pesend-i târ-ı tanbûr olmamuz yegdür

«Ey zâhid! Sen riyâ tesbihini ne kadar çekersen çek, bizim beğendiğimiz ve üstün tuttuğumuz tanbur telinin nağmesidir»

Mezâkî

Âşık-ı sâdık tuzağın kuşu ey zâhid değil
Dâne dizme tesbîhi seccadeyi dâm eyleme

«Ey zâhid! Sadık âşık senin tuzağına düşecek kuş değil (bu yüzden boşuna) tesbih tanelerini yem gibi dizme, seccadeyi tuzak yapma»

Nesimî

Çü düşdi başına sevdâsı zülf-i dildârun
Aceb mi boynına zâhid tolar ise tesbîh

«Zâhid siyah saçlı sevgilinin sevdasına düştü, tesbihini boynuna dolasa şaşılmaz»

Cafer Çelebi

Görüldüğü üzere tesbih sufi ve zahid tipini eleştirmek veya küçümsemek için kullanılan bir unsur olarak beyitlerde yer almıştır. Şairler tesbih ile şarap kadehi (cam-ı mey), kanun ve tanbur teli, yem ve tuzak arasında ilgi kurmuşlardır. Burada özellikle şarap kadehi ile kurulan ilgi üzerinde durmak istiyorum. Temel konusu aşk olan klasik şiirimizde şarap aşkı, kadeh ise kalbi temsil eder. Mezaki’nin beytinde mercan tesbih ile şarap kadehi (cam-ı mey) arasında kurulan münasebet boşuna değil; mercan ve şarabın rengi kızıldır. Şarap dolu kadeh aşk dolu kalbe denk düşüyor; şarabın damlaları ise tesbihin tanelerine. Genel olarak şairlerin oluşturmaya çalıştıkları mazmun ise aslında Yunus’un ifade ettiğinden çok da farklı değildir. Tesbih vasıtasıyla riyakârlık zemmedilmiş, aşk, zevk ve samimiyet öne çıkarılmıştır.

Tesbihin sufi ve zahid tipini çağrıştıran imaj yüklenici bir nesne olduğu şiir geleneğimiz üzerinden gösterildi. Fakat tesbihin yüklendiği imaj bu kadarla sınırlı değildir.

Tesbihin Sokak Kültüründe ve Ekranlarda Yüklendiği İmaj

Tesbihin daha çok ibadete yardımcı bir araç olarak kullanıldığını belirtmiştik. Sokak kültürü ile tesbih arasında bu anlamda hiçbir ilgi yoktur. Özellikle 33’lük tesbihin sokak kültüründe bazı tiplerle bağdaştığını görüyoruz: Külhanbeyi, kabadayı, mafya, serseri. Eskiden külhanbeyleri varmış, hamamların külhanlarında yaşayan bu zorbalar esnafa ve güçsüz gördükleri kişilere musallat olur, haraç toplayarak geçinirlermiş. İşte tesbih bu tipin vazgeçilmez aksesuarıdır. Zamanla bu külhanbeyi tipi tarihe karışırken yerini kabadayı tipine bırakmıştır.

Kabadayının iki türlüsü bulunur: Gerçek kabadayılar ve kabadayı geçinenler. Bunlar ekranlarda çok fazla işlenmiş tiplerdir. Gerçek kabadayıların kendilerince bir namus anlayışı (raconu) vardır. Kendi namus anlayışları verili kanunlara, yasalara ve kurallara aykırı olsa da, o namus anlayışı doğrultusunda yaşarlar. Bunları zorbalığın gerekçesini bulan tipler olarak adlandırıyorum. Zorbalık yapar, suça bulaşırlar ama zorbalığın hep haklı bir sebebini bulurlar. Zulme uğramış, mazlumu savunmuş, haksızlığa baş kaldırmış, intikam almış, hadsize had bildirmişlerdir. Yine ekranlara yansıdığı şekliyle biliyoruz ki bu zümreden olan kabadayılar haraç kesen ve haksız menfaat temin eden insanlar olmaktan ziyade mahallesini, muhitini koruyan, esnafın ve mahallelinin dertleriyle alakadar olan, gönüllü olarak namus bekçiliği yapan cesur ve ağırbaşlı kimselerdir. Elbette istisnaları olabilir. Artık mahalle kültürünün izleri silinmeye başladığından bu tipin izine de rastlanmamaktadır. Tesbih bu tipin de vazgeçilmez aksesuarıdır. Ağır Roman filmindeki Arap Sado, Kurtlar Vadisi dizisindeki Duran Emmi, Çukur dizisindeki İdris, Kabadayı filminde Şener Şen’in canlandırdığı Ali Osman, Karadayı dizisinde Çetin Tekindor’un canlandırdığı Nazif Kara bu tipe uygun kimselerdir.

Kabadayı geçinenler ise külhanbeyini andırırlar. Caka satmayı, poz kesmeyi sever, korku salmak isterler. Genelde gerçek kabadayılar bu tiple mücadele hâlindedir. Tesbih bu tipin de ayrılmaz parçasıdır. Tesbihi hem çeker hem sallarlar. Ağır Roman filmindeki Reis ile Karadayı dizisindeki Deli Faruk ve Necdet bu tipe örnektir. 

Mafya kavramı bir çeşit örgütlenmeyi ifade eder. Genelde bir liderin etrafında toplanmış suç örgütlenmesidir. İtalya’nın Sicilya bölgesinde 19. yüzyılın sonuna doğru ortaya çıkan mafya, 20. yüzyılda başta Amerika olmak üzere dünyanın her yerine yayılmıştır. Mafya mahalleyle sınırlandırılacak bir örgütlenme değildir. Daha geniş bir bölgede, şehir(ler)de, ülke(ler)de etkin olabilirler. Bununla birlikte örgüt elemanları genelde sokak kültüründen gelmedir. Kumar, insan ticareti, uyuşturucu, finans, inşaat, fuhuş, kaçakçılık, tefecilik, karaborsacılık, gasp, adam kaçırma ve öldürme, fidyecilik, çek ve senet tahsilatı gibi yüzlerce yasal ve yasadışı sektörde faaliyet gösterebilirler. Bu gibi mafya ve mafyavari tipler Türkiye’de de mevcuttur. Kamuoyunda bazı isimler anılmaktadır.

Bu tipleri edebiyatta en başarılı işleyen Mario Puzo olmuştur. Onun aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan Oskar ödüllü The Godfather filmindeki Don Vito Carleone ve Michael Carleone, bu tipin sinemadaki unutulmaz temsilleridir. Yine Scarface filminde Al Pacino’nun canlandırdığı Tony Montana tiplemesi de unutulmazlar arasındadır. Kurtlar Vadisi dizisindeki Süleyman Çakır bu tipin Türkiye’de ekranlara yansıyan en etkili örneği olmuştur. Senaryo icabı öldürüldüğünde hayranları tarafından cenaze namazı kılınmıştır. Bu tipin de kendine has bir namus anlayışı olduğu söylenebilir. Hatta bu tip “Sempatik Kötü” diyebileceğimiz, güya iyi tarafları da ekrana yansıtılan bir tiptir. Bunlar da tesbihi vazgeçilmez bir aksesuar olarak hem çekmek hem sallamak için kullanırlar. Hatta bizim mafyamızı yabancı mafyalardan ayıran temel unsur tesbihtir diyebiliriz! Türk edebiyatında kabadayılığı konu edinen bir yazar olarak Refi Cevad Ulunay’ı da hatırlamak gerekir. Sayılı Fırtınalar isimli romanına kabadayı jargonunu/argosunu başarıyla yansıtmıştır.

Son olarak serseri tipi vardır. Serserilik genelde gençlere yakıştırılan bir sıfattır. Bahsi geçen tiplerin en alt tabakasını bunlar oluşturur. Sokak kültürünün haylaz çocukları suretinde görünürler; bazen yaptıkları yanlış işler gençliklerine verilir, bir gün düzelecek umuduyla beklenirler. Bazen de çok yanlış işlere bulaşabilir, cahil cesaretine sahip olabilir, zorbalığı marifet sanabilirler. İleride kabadayı geçinen, mafyavari tipler olmalarından korkulur. Tesbih ellerinden düşmez.

Daha çok ekranlara yansıdığı şekliyle birtakım özellikleri aktarılan bu tipler 33’lük tesbihle bağdaşmış, tesbihi yalnızca çekilen değil sallanan bir nesne hâline de getirmiş, dolayısıyla tesbihi asıl amacından saptırmış tiplerdir. Nasıl ki 99’luk tesbih ibadetin aracı olarak özdeşleşmiş ise 33’lük tesbih de giderek bu tipi hatırlatan bir imaj yüklenmiştir. Mesela 99’luk tesbihin bir kabadayı veya mafya tipinin elinde 33’lük tesbih gibi bir imajı yüklenemeyeceği açıktır. Bu anlamda 33’lük tesbihin sanat/koleksiyon objesi, ibadet aracı ve aksesuar nesnesi olarak farklı işlevlerde kullanılabildiği, ama bilhassa külhanbeyi, kabadayı, mafya ve serseri tipi ile bağdaşabildiği görülmektedir. Nihayet bu tipler elinde tesbih, âdeta âsiliğin ve zorbalığın bir timsali olmuştur.

Hem sufi ve zahid tipiyle hem de külhanbeyi, kabadayı, mafya ve serseri tipleriyle bağdaşması, tesbihin imaj ve çağrışım yüklenme gücünü göstermektedir. Bunun yanında sufi ve zahid tipinde riyanın, diğer tiplerde ise âsiliğin ve zorbalığın timsali olması, tesbihin daha çok olumsuz bir imaj yüklendiğini de göstermektedir. Şüphesiz bu, tesbihi ibadet aracı ve sanat eseri olarak gören insanların hoşnut olmadığı bir durumdur. Bu insanlar tesbihin “sallanarak” kullanılmasını da hoş karşılamaz; amacına uygun şekilde “çekilerek” kullanılmasını isterler. Aksi hâlde tesbihin manevi değerine gölge düşer. Çünkü erbabı için tesbih, bir imaj nesnesi olmanın ötesinde; parmak uçlarındaki huzurdur, kesrette vahdettir, dua ve zikir taneleridir.

Feyyaz Kandemir

Kaynakça

BENGÜL, N. R. (1938).“Tesbih”, Eski Eserler Ansiklopedisi, İstanbul, 2. Cilt, s. 88-94.

BOZKURT, N.; DEMİRCİ, K. (2011). “Tesbih”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 40, s.529-533.

NAS, E. (2005). Günümüz Konya’sında Yaşayan Bazı Sanatlar, Selçuk Üniversitesi Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi.

SARICI, N. (1996). “Zikir Halkaları”, Sanatsal Mozaik, Sayı: 6, s. 40- 44.

TEKİN, K.H. (2014). Osmanlı Kültüründe Tesbih ve Hüsnü Dikeçligil Tesbih Koleksiyonu, Kayseri, Baskı: Orka Matbaa, s.26.

TEKİN, K.H. (2014). “Türk-İslam Sanatında Tesbih Üzerine Notlar”, Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/10 p. 1009-1018, ANKARA-TURKEY

TÜMER, G. (1982 ). “Tespih”, Türk Ansiklopedisi, Cilt: 31, Ankara, s. 133-134.

ÜLKÜMEN, P. (1969). “Tesbihin Tarihçesi Yapılış Tekniği ve Saray Koleksiyonlarındaki Tesbihler.” Ankara: Türk Etnoğrafya Dergisi, c.12 s.112-122.

YILMAZ, K. H. (2012). “Divan Şiirinde Tesbihe Dair”, Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/1 p.2131-2144, TURKEY.

Zevk Erbabı, (2011). http://zevkerbabi.blogspot.com/search/label/Tesbih (erişim tarihi: 28/05/2021, 15:14)

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir