Askerde iken bulunduğum birliğin kütüphanesi işlevsiz bir hâldeydi. Okunacak kitap yok denecek kadar azdı. Olanlar da benim ilgimi çekmiyordu. Masanın üzerindeki satranç ve dama oyunları haricinde insanı cezbeden bir şey de yoktu. Zaten erat da küçük bir oda diyebileceğimiz yeri sigara içmek, telefonla konuşmak, yalnız kalmak ya da gün içinde uyumak için kullanırdı.
Okumak istediğim kitapları nizamiyeden içeri geçirmek ise ayrı bir imtihandı. Bitmek bilmeyen aramalar, sorgu sualler… Bir kez kimlik problemleriyle alâkalı bir kitabı yakalatmış ve aynı gün içerisinde beş subay tarafından sorguya çekilerek epeyi başımı ağrıtmıştım.
Bu meseleye çözüm aramaya başlamıştım. Kafa yapısı olarak hiçbir ünsiyetimiz olmasa da, her gördüğümde elinde bir kitap olan eğitim astsubayına başvurdum. Sağ olsun bu talebimi memnuniyetle karşıladı ve her hafta bir kitap getirmeye başladı. Bölükte ikimizden başka kitap okuyan olmamasına, benden başkasına kitap vermemesine rağmen, büyük bir titizlikle defterine adımı-soyadımı, kitabın ismini, verdiği tarihi, okuyup iade ettiğimde de aldığı tarihi yazardı. Bu disiplinine hayran kalmıştım.
Bir gün Zig Ziglar’ın “Hayat Boyu Flört” adlı kitabını getirdi. Kitap, hem kişisel gelişim serisinden neşredildiği hem de flört kelimesiyle kavgalı olduğum için burun kıvırmıştım. Önyargılı bir şekilde okumaya başlamama rağmen kitap bana çok şeyler katmıştı. Kitabın önemli gördüğüm yerlerini not almıştım. O notlar defterimde hâlâ mahfuz. İşte onlardan birkaçı:
* Doğru insan olmak, doğru insanla evlenmekten çok daha önemlidir.
* Eşinizin iyi yanlarını aramak altın aramak gibidir.
* Eylem duygudan önce gelir.
* Mantık bir duyguyu değiştirmez ama eylem değiştirir.
* Eşiniz kuru ekmekle yaşamaz. Zaman zaman yağ sürmek gerekir.
* Yüzük ve mücevherler hediye değil, hediye bahaneleridir. Gerçek hediye kendinden bir şey vermektir.
* Doğru zamanda söylenen doğru söz, gümüş sepetteki altın elmalar kadar değerlidir.
* Uyumsuz olmadan da karşı çıkabilirsiniz.
* Birbirinize karşı nazik, sevecen ve bağışlayıcı olun.
* Dinlemek sevmektir.
* Evli olup da eşine yüzde yüz bağlı kalmadan mutlu olan tek kişi görmedim.
* Bir büyüğün çocuğuna yapabileceği en büyük iyilik eşini sevmektir.
10 Temmuz Pazartesi günü Samet Çıldan’la birlikte gittiğimiz sahafta mezkûr kitaba rast geldim ve hemen heybeme indirdim. Akşam eve geldiğimde okumaya başladım. Bana o eski tadı vermedi hatta basit bile geldi. Kitabı bir gençlik hatırasına vefa olarak kütüphanemde muhafaza edeceğim ama bir daha okur muyum, bilmiyorum.
***
Şair Rilke’nin, “Bir tek sensin, sen, tekrar tekrar doğan: sana hiçbir zaman sarılamadığımdan, vazgeçemiyorum senden” dizelerini okuyunca, “Genç Bir Şaire Mektuplar” kitabını okuma isteği içimde peydâ oldu. Kitabı üç yıl evvel okumuşum. Ön sayfaya “Hasret velut, kelimeler kısır” yazmışım. Kitabın sonuna ise, “İlk mektup haricinde umduğumu bulamadım” diye not düşmüşüm. Artık ne umduysam? Kitabı tekrar okumaya başladığımda ise, şair adeta benimle söyleşmeye başladı. Mektuplarını Kappus’a değil de bana yazmış gibiydi. Her satırını dikkatlice okudum. Kasvet deryasında çırpınan ruhuma, samimi bir dostun yazdığı mektuplar müsekkin gibi geldi. Evet, insanın algıları değiştikçe hakikatleri de değişiyor ve ben bunu hakke’l yakîn yaşadım.
Ahmed Amîş Efendi hazretleri, “Her kitabın üç defa okunma hakkı vardır” buyurmuş. Okuduğumuz kitaplara geri dönmeliyiz. Özellikle bir şey anlamadığımız, umduğumuzu bulamayıp bir kenara bıraktıklarımıza. Belki de bizim hâlâ virane saydığımız kitaplar defineye mâliktir.
Celal Kuru
4 Yorum