“(…)
Yoksullar arasında hikâye anlatılmasının sırrı, hikâyelerin başka yerlerde de dinlenmesiyle, belki de birisinin ya da birilerinin hayatın anlamının ne olduğunu hikâyeciden ya da hikâyenin kahramanlarından iyi bilebileceği inancından kaynaklanır. Muktedirler hikâye anlatamaz: Böbürlenme hikâyenin zıttıdır ve anlatı ne denli yumuşak olursa olsun, pervasız olmalıdır; günümüzde muktedirler tedirginlik içinde yaşar.
Hikâyeler hayatı uzak diyarlardaki kesin sözlü bir başka hakeme havale eder. Bu hakem gelecekte yer alabileceği gibi, bugünle hâlâ ilgili olan geçmişte de yaşamış olabilir, belki de talihin güleceği (yoksullar iyi ya da kötü talihten dem vurur sık sık), ayakların baş olacağı bir tepenin üzerindedir.
Hikâye zamanı (yani hikâye içindeki zaman) düz bir çizgide seyretmez. Yaşayanlar ve ölüler bu zaman içinde dinleyici ve hakem olarak buluşur; dinleyici sayısının arttığı hissedilirse, her dinleyici hikâyenin daha derin bir mahremiyete büründüğü duygusuna kapılır. Hikâyeler bir anlamda adaletin her an tecelli edeceği inancının paylaşılmasıdır. Ve bu inanç uğruna kadınlar, erkekler, çocuklar tarihin belirli bir anında insanüstü bir şiddetle savaşırlar. Tiranlar bu nedenle hikâye anlatılmasından hoşlanmaz: Tüm hikâyeler bir bakıma onların iktidarlarının yıkılışına dairdir.
‘Nereye giderse gitsin sadece hikâye anlatacağını söylemesi yeterliydi; insanlar onu konuk eder, yatacak yer gösterirdi: Hikâye Çar’dan güçlüdür. Yalnız bir şeyi unutmamak gerekiyordu: Eğer hikâye akşam yemeğinden önce başlamışsa, kimse açlık hissetmez, o da aç biilaç yatmak zorunda kalırdı. Yaşlı asker bu sebeple hikâyeye başlamazdan önce daima bir tas çorba isterdi.’
(…)”
John Berger
Kaynak: Kıymetini Bil Herşeyin, John Berger, Çeviren: Beril Eyüboğlu, Metis Yayınları, İstanbul, Nisan 2009. Sf. 90-91.