Hafızası olmayan insan et ve kemik yığınından başka nedir ki? Kim olduğu, nereden geldiği ve nereye doğru gittiğini insana belleten hafızasıdır. Hafızasını yitirmiş insanlık robotlaşmaktan öteye geçemez. Anlam dünyasını kaybeden insan, yalnızca içgüdülerinin yardımıyla hayatta kalmak üzere varlığını sürdürür. Tarihin önemi işte burada devreye girmekte ve insanlığa meselenin yalnızca hayatta kalmak olmadığını öğretmekte. Mehmet Niyazi, tarihin bir ilimden öte, şuur ve bilinç hali olduğunu söylerken, tarihin görünenden daha mühim bir niteliği olduğunu söylemektedir.
XVIII. yüzyıl Osmanlı vakanüvislerimizden olan Ahmet Vasıf Efendi, Mehâsinü’l- Âsar isimli eserinde şöyle der: “Tarih aslı tevrih’dir. Tef’il babından ve-re-ha fiilinin masdarıdır. Her bir ilmin ibtida-yı emirde ta’rif ve mevzu’u ve garaz ve faidesi ma’lüm olmak kavaid-i meriyyeden olup emme’t-ta’rif-i ilm-i tarih bir ilmidir ki ma’rifetiyle ahval-i tavaif ve ensab-ı mevalid ve sanayi’-i eşhas ve vekaayi ve haletleri ma’lüm olur ve mevzu’ enbiya ve mülük ve hükema ve gayrilerin eşhas’ı maziyelerini idrakdir. Ve’l-garaz-ı minbu zikr olunan ahvalin keyfiyatına vukufdur. Ve faidesi ibret ve tenassuhdur.”
Günümüz Türkçesine göre, toplumların durumunu, insanların gelişimini, kişilerin buluşlarını, olup bitenleri ve hallerini ele alan tarihin konusu geçmişteki nebiler, hâkimler ve diğerlerin hayatlarını aydınlatmak, amacı yukarıda sayılanların durumlarını anlamak, faydası da ibret ve nasihat almaktır.
Yine bir başka tarifte ise Zeki Velidi Togan, Tarihte Usul isimli eserinde, “Tarih ilmi insanların zaman ve mekân çerçevesinde husule getirdikleri tekâmül hadiselerini, bunların şuursuz, iptidai hallerinde, tabiat esirleri yahut maşeri bir vücudun fertleri ve toplulukları sıfatıyla yaptıkları fiillerinde tecelli eylemeleri itibariyle ve maşeri hayatının mevzuubahis ayrı hallerde rol ve ehemmiyetleri tayin ve tespit edilen psiko-fizik amillerinin teşkil ettiği illî bağlılıklar çerçevesinde tetkik ve tasvir eder.” diyerek tarih ilminin alanına giren her olayın etraflıca tetkik ve tahkik edilmesi olduğuna dikkatleri çekmiştir.
Tarihin Faydası Nedir?
İbn Haldun, “Su nasıl suya benzerse, bir milletin geleceği de geçmişine öyle benzer.” diyor. Her milletin kendi içerisinde bir takım adetleri, gelenekleri ve görenekleri; düşünme ve davranış biçimleri var. Tarih süzgecinden geçerek bugüne kadar varlığını korumuş milletlere bakarsak tarihi süreçte nasıl bir değişime uğradığını görebiliriz. İslam medeniyetinin tarihe çıkış sürecinden bugüne kadar geçirmiş olduğu değişimleri ve başka dinlerle girdiği etkileşimleri düşünelim. Arap Yarımadası’ndan, Endülüs’e, Kafkasya’dan Avrupa’ya kadar nüfuz ediş sürecinde, yapmış olduğu savaşlar ve antlaşmalar, kültürel ve ticari faaliyetler büyük öneme sahiptir. İslam medeniyetine aidiyeti olduğunu düşünen birey için bu süreçlerin bilgisine sahip olmak, mevcut düzendeki konumundan memnunsa bunu daha ileri taşımaya, fakat memnun değilse geçmişin tecrübesinden beslenerek yeniden kadim geçmişini canlandırmaya muvafık olması açısından elzemdir. Aynı durum diğer milletlerin ve medeniyetlerin tarihi gelişimi açısından da aynı öneme sahiptir. Bu sebeple tarihi hafıza daima terakki açısından diri tutulmak zorundadır…
Tarihi Gerçeklere Şüphe ile Yaklaşmak
Tarih; belli bir zaman ve mekân içerisinde gerçekleşmektedir. Tarihin bilgisine ise belge ve buluntular ile ulaşırız. Sonra da yorumlamak süreci devreye girer. Ancak bu bilgi ve buluntular ne kadar sahicidir? Biz elimizdeki verilere dayanarak, alternatifi olmayan bilgileri mecburen kabullenmek durumundayız. Yahut yanına bir soru işareti bırakmaktayız, tâ ki o konuda farklı veya onu destekleyecek bir bilgiye daha ulaşana dek.
Günümüzde değişen ve gelişen teknolojinin yardımıyla ve ilmi metotların daha güvenilir olmasıyla bir konu hakkında onlarca materyale ve belgeye sahip olabiliyoruz. Fakat bunlarda kendi içinde genellikle farklılık göstermektedir. Tarihçi veya bir tarih meraklısına düşen görev tüm bilgileri bir araya getirip tasnif etmel, tenkit ve tahkikini gerçekleştirmektir. Bu yapılırken de en önemli husus bir tarih felsefesi şuuruna sahip olmaktır. Çünkü olayların bir araya getirilip yorumlanmasında bu bakış açısı gerçeğe götürecek en güvenilir yolların başında gelir.
Tarihte yüzeysel olarak eline alınmış ve hurafe olmaktan öteye geçememiş bir yığın çarpıtılmış bilgi bulunmaktadır. Tarihi bilgilerin ele alınması aşamasında şüpheli bir bakışa daima muhtacız. Aksi takdirde, yetiştiğimiz ortam, kültür ve ahlak çerçevesinde bize uygun düşen tarihi alır, uygun düşmeyen tarihi gerçekleri yok sayarak üstünü örteriz.
Bu konuda ünlü Alman tarihçisi Walter Raleigh’in ilginç bir anısını nakleder Mehmet Niyazi “Türk Tarih Felsefesi” isimli eserinde: “Walter Raleigh, ‘Cihan Tarihi’ni yazmaya başlar. İlk cildini yayımladıktan sonra, ikinci cildinin üzerinde çalışırken, çarşıdan eve döndüğü bir sırada dövüşle karşılaşır. ‘Yaşlıyım, araya girmeyeyim’ der, bir kenarda bitmesini bekler. Sona erince kavganın sebebini öğrenmek ister. Gören birisini dinlerken bir başkası gelir: ‘Yanlış söylüyorsun’ der ve anlatmaya başlar. Onu dinlerken bir başkası gelir; dinlediğinin de yanlış olduğunu belirterek kendisi anlatmaya koyulur. Daha sonra da onun verdiği bilginin yanlış olduğunu bir başkası söyler… Hâsılı biraz önce gözünün önünde cereyan eden olayın sebebini ve seyrini öğrenmekten güçlük çekince, Walter Raleigh ‘iki bin yıl öncekiler hiç anlaşılmaz’ düşüncesiyle ‘Cihan Tarihi’ni yazmaktan vazgeçer.”
Bir başka örnek Cenevre Üniversitesi’nde gerçekleşiyor. Cleporet, zeki bulduğu öğrencilere, üniversiteye girdiklerinde solda ve kapıcı odasının karşısında bir pencere var mıdır, diye sorar. Her gün oradan geçmekte olan öğrencilerden elli dördü bu ankete katılır ve yalnızca kırk dördü, olduğu halde, olmadığı şeklinde cevap verir. Cleporet konuyu daha net açıklığa kavuşturmak için şöyle bir olaya başvurur. Anfiteatre şeklinde olan sınıfa ders sırasında, bir palyaço dalar, ortada sıçrar ve çekilip gider. Cleporet, öğrencilerinden gördüklerini yazmalarını ister. Tahmin edilemeyecek büyüklükte yanlışlar yaparlar; olayı bambaşka şekilde anlatırlar. Giydiği elbiseler hakkında hiç ilgisi olmayan ayrıntılara bile girerler.
Sonuç olarak her tanık farklı bir mizaca sahiptir. Gördüklerini değerlendirirken bu mizaca göre karara varır. Bizlere düşün ise her buluntuyu birbiriyle karşılaştırarak ve tüm materyalleri kullanarak sağlıklı biçimde tahkik etmeye çalışmaktır.
İbrahim Orhun Kaplan
Meraklıları için ilgili kaynak:
*Türk Tarih Felsefesi, Mehmet Niyazi, Ötüken Neşriyat
*Tarih Metodu, Tuncer Baykara, Bilge-Kültür-Sanat Yayınları
*Tarih Nedir, Edward Hallet Car, İletişim Yayınları
1 Yorum