‘İran Sineması’ deyince aklıma özelikle şaire Füruğ Ferruhzad’ın bir dizesinden yola çıkarak; ‘Bād mā rā khāhad bord’, Abbas Kiyarüstemi’nin yerel matem ritüellerini araştıran bir grup gazeteci ve teknisyenin başından geçenlerin anlatıldığı ‘Rüzgâr Bizi Sürükleyecek’ filmi gelir. “Dinle! Karanlığın esintisini duyuyor musun? Bakıyorum elgince ben bu mutluluğa, bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun..”(Çev; Haşim Hüsrevşahi) Bu konu ile ilgilenirken Hamid Dabaşi’nin ‘İran Sineması’ isimli kitabıyla karşılaştım. New York’taki Columbia Üniversitesi’nde İran Araştırmaları ve Karşılaştırmalı Edebiyat profesörü olan Dabaşi, kitabında Kimyayı, Mehrcuyi, Kiyarüstemi, Beyzayi, Beni-İtimad ve Muhsin Mahmelbaf’tan, günümüze Semira Mahmelbaf ve Behmen Gubadi gibi genç yönetmenlerin filmlerini çözümlüyor, onlarla röportajlar yapıyordu.
Türkiyeli okur, yazarı ilkin engin dini bir devrimin tabiatında var olan süreklilik ve çatlakları tesbite yöneldiği “İslam’da Otorite” isimli çalışmasıyla tanımıştı. [İran: Ketlenmiş Halk; Metis’ten çıktı.] Bundan başka Dabaşi’nin “Filistin Sineması: Bir Ulusun Hayalleri” adlı diğer bir kitabını dilimize Osman Akınhay çevirmişti. (Agora’nın sinema sanatı dizisi bir hayli dikkat çekiyor.) Dabaşi’nin dünyaca ünlü yönetmen Muhsin Mahmelbaf ile yaptığı uzun söyleşi ise daha sonra yayımlandı. Dabaşi, Filistin Sineması’nın son otuz yıllık dönemini anlatırken; Filistin halkının yıllardır sürdürdüğü kendi kaderini belirleme mücadelesine dikkat çekiyor. Filistin Sineması; derin kökleriyle bu mücadeleci kimliği her bir film karesine taşıyor.
Filistin’de sinemanın beyaz perdesi, hayatları zulümle ve aşağılanmayla örülmüş bir halkın yaşadıklarına tanıklık eder. Edward Said’in bu kitabın ‘Önsöz’ünde belirtmiş olduğu gibi; Filistin mücadelesinin bütün tarihinin ‘görünür olma arzusu’yla yakından bir ilgisi vardır. Filistin filmlerinde ‘görünmez olan’ın estetiğine yönelinmesinin temel sebebi budur. Filistin Filmlerinde çoğunlukla bir milletin; “Her ne kadar siz görmek istemeseniz de ben de varım!” dediğini duyarsınız.
Hamid Dabaşi’nin en son yayımlanan çalışması; “Post-Orientalism: Knowledge and Power in Time of Terror”, “Post-Oryantalizm: Terör Çağında Bilgi ve Güç” ismini taşıyor. Kitabın hemen başındaki Giorgio Agamben’den bir alıntı var: “Olağandışı mekanizmalar farklıdır..” diye. Olağandışı mekanizmalar tarihin her döneminde bir otorite ve temsil gücünün kabul ettirilmek istendiği dönemlerde ortaya çıkmıştır. Asıl sorun; olağanüstü mekanizmalarla kim, kimden ve hangi yetkiyle temsil gücünü alır, sorunudur.
İnsanlık tarihinin en korkunç askeri makinelerini icat eden ve insanlar üzerinde kullanan Amerika Birleşik Devletleri; Afganistan, Irak gibi ülkelerde korkunç yıkımlara ve can kayıplarına yol açmıştı. [Hâlâ açıyor!] Sistemi idare edebilmek ve kontrolü kaybetmemek için U.S. altan alta bir şekilde militarist ve terör eylemlerini körüklüyordu. Hatta bazı ülkelerde, hedefteki ülkeye karşı kendisini meşru müdafaa zemininde konumlamak için militanları bizzat eğitiyordu. Amerika’nın dünyadaki işgal algısını kendi lehine çevirmek için terör eylemlerini kullandığı artık bilinen bir gerçektir. [Bkz: Dylan Avery’in “Loose Change”i 11 Eylül saldırıları herhangi bir terörist saldırının sonucu değil, tamamen Amerikan hükümeti tarafından planlanmış zeki bir planın ürünü olduğunu söylüyor.] Post-Oryantalist dönemde Amerika; [Ya da Amerikan Oryantalizmi] silah tüccarlarını, paralı askerleri, Hıristiyan misyonerleri, dünya çapındaki zombi militan grupları yine eski İngiliz emperyalist geleneklerine sağdık kalacak şekilde daha etkili tekniklerle eğitiyor/kullanıyor.
Edward W. Said’in 1970’li yıllardan itibaren ortaya koyduğu ve “Şarkiyatçılık”, “Kültür ve Emperyalizm” gibi entelektüel kariyerinde dönüm noktası olan, çalışmaları hâlâ güncelliğini koruyor. Bunlar ve bundan sonra yazılan eserlerle 18. ve 19. yüzyıldaki klasik sömürge dönemini anlama doğrultusunda bir hayli yol kat edildi. Said’in “Oryantalizm” kitabı sömürgeciliğin egemenlik ve temsil koşullarını açıklayan bir eserdir. Said’in anlayışındaki bazı durumlar hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Dabaşi, “Post-Oryantalizm: Terör Çağında Bilgi ve Güç”le onun gözlemlerini bir nevi 11 Eylül olaylarına yol açan sendromu da dikkate alacak şekilde güncellemiş oluyor. Bunla birlikte Dabaşi salt manada bir sömürge dönemi ve onun temsilinin klasik eleştirisini yapmakla yetinmiyor. Olayın bilgi üretim boyutuyla da ilgileniyor. Dabaşi için sürgün entelektüellerin sayısındaki artış; karşı ve doğru bilgi üretimi için her şeyden önemlidir. Post-Oryantalist imgelemin kıyısında marjinal, yabancı ve sürgün bir aydın Dabaşi…
Beyaz Arif Akbaş