“Gönlümün İçindeki Yar, Ancak, Sensin!”

Anlatıldığına göre Mecnun’un ölümünden sonra onu rüyasında görenler “Allah sana ne yaptı?” diye sorduklarında Mecnun şöyle cevap vermiş: “Beni sevgi iddiasında bulunanlar üzerine delil yaptı.”

Medeni hukukta bir madde var: “Müddei iddiasını ispatla mükelleftir.” Günümüz Türkçesi ile; iddia sahibi bunu kanıtlamak zorundadır. Madem ortada bir iddia var, iddia eden bunu çeşitli delillerle ortaya koymalıdır ki inandırıcı olsun. Yoksa kuru kuruya iddianın hiçbir geçerliliği yoktur. Mecnun aşk iddiasındaydı ve bunu da hayatıyla ödedi. Çöl yıllarıyla ödedi. Yalnızlığıyla ödedi. Öyle ki ölümünde sonra tüm âşıklar için bir miyar yani ölçü oldu.

Mecnun’u hatırladığımda nedense insiyaki olarak Fuzûlî’nin meşhur dizelerini mırıldanırım: “Mende Mecnûn’dan füzûn âşıklık isti’dâdı var / Âşık-i sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var” Âşıklığı, Mecnun’a bırakmayan Fuzûlî, bu beyitlere âdeta aşk konusunda ölçünün kendisi olduğunu ifade ediyor ve insanın adının çıkmasından dert yanıyor.

Yine aşk denince aklıma Leyla değil de Râbia Adeviyye hazretleri geliyor. İlahi aşk denizinde derinlere dalıp inci çıkarmış, dilinden aşk şiirleri düşmeyen büyük veli… Allah’a korku yoluyla değil aşk yoluyla vasıl olunabileceğini kanıtlayan, Cennet arzusu ve Cehennem korkusundan azade bir kulluk anlayışı ortaya koyan Râbia Adeviyye… Allah’ı sadece Allah olduğu için seven ve başka hiçbir şeye iltifat etmeyen bir halden bahsediyorum. Gözyaşlarının bile sebebinin aşk ve muhabbet olduğu bir hal ki bu hal kendisini şöyle dua etmeye sevk edecektir: “İlahi! Sana cehennemden korkarak ibadet ediyorsam beni cehennem ateşinde yak. Eğer, cennetini özleyerek ibadet ediyorsam cennetini bana haram, et! Eğer, yalnız Seni sevdiğimden ötürü sana ibadet ediyorsam beni ezeli cemalinden yoksun bırakma ya Rabbi!

İnsanın bu hale gelmesi için kendine dönmesi yani ağyarı terk etmesi ve kalbinin hakikatine ulaşmak için yoğun bir gayretin içerisine girmelidir. İnsanlara beraberken bile kişinin muhabbettullahtan uzak olmaması gerektiğini vurgulayan Hazreti Râbia bu sebeple şöyle der: “Başkaları benim ancak dış yüzümle konuşurlar; gönlümün içinde ise ben yalnız seninle konuşurum. Dış yüzüm yanlındakilerle beraber ise de gönlümün içindeki Yar, ancak, sensin!” Hayatı boyunca hiçbir insandan bir şey istemeyen ve kıblesini sadece Allah’a çeviren Hazreti Râbia’ya dünya ehli bir adamın “Ne ihtiyacın varsa benden iste!” demesi üzerine şöyle cevap verir: “Ben dünyanın sahibinden bir şey istemeye bile utanıyorum; ona sahip olmayan birinden ne isteyebilirim ki!”

Secde ettiği yerin gözyaşları sebebiyle sürekli ıslak olduğu rivayet edilen Hazreti Râbia’nın bir münacatını İmam Kuşeyri Risale’sinde şöyle aktarır: “İlahi! Seni seven bir kalbi ateşte yakar mısın?” Bunun üzerine manevi âlemden bir ses işitir: “Biz böyle yapmayız; bizim hakkımızda böyle kötü zan besleme!

Sözün özü Hazreti Râbia, Allah’ı sevdiğini söyleyenler üzerine bir delil yani ölçüdür. Kim Allah’ı sevdiğini söylüyorsa önce Hazreti Râbia’ya bakmalı ve sonra sevgi iddiasının doğru olup olmadığına karar vermelidir. Ya da Allah’a varan yollar kulların nefesleri sayısınca mı?

Sulhi Ceylan

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Ancak , 08/07/2017

    Başlıktaki ancak’dan sonraki virgülün cümleğe kattığı anlamın, m.akif’in istiklal marşındaki ancak’ı ile ilişkisi var mıdır?

  • A.b , 22/06/2017

    Mı, mı?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir