“Tarihimizi ne kadar biliyoruz?” sorusuna makul bir cevap verebiliriz. “Efendim, ben Cumhuriyet Tarihi’ne oldukça hâkimim. Bu konuda bir kitap bile yazabilirim” diyebiliriz. “İşte, biraz Orta Asya Hun İmparatorluğu, biraz Selçuklular, biraz da Osmanlı Tarihi’ni biliyorum” da diyebiliriz. Fakat bizi her konuda yanıltan şeyler de bildiklerimiz, bildiğimizi sandığımız ve bilmediğimizi bilmediğimiz şeyler değil mi?
Tarih bilimi, “Geçmişte ne olmuş, neden olmuş ve bu ne gibi sonuçlar meydana getirmiş?” sorularına, çeşitli kayıtlar aracılığıyla cevap veriyor. Daha sonra bu cevapları biz kaynak olarak kullanıyoruz. Bizim tarih anlayışımız ise (tarih bilimiyle meşgul olanlar müstesna) “Ya biliyor musun? Napolyon Müslüman’mış. Valla bak, geçen gün amcam dedi” den ibaret. Buna bir nevi avam tarihi ya da gıybet’üt-tevârih diyebiliriz. Bunlara mahal veren ise yalan yanlış tarihi bilgiler ve iddialardır.
Örnek üzerinden gidecek olursak, Yavuz Sultan Selim Han’a ait olduğu söylenen, inci kolyeli ve küpeli portresinin kime ait olduğu hakkında çok fazla söylentiler var. “O portre Yavuz Sultan Selim Han’ın ta kendisidir” diyenler de var, “Hayır efendim, o Yavuz değil Şah İsmail’dir” diyenler de. Portrenin Yavuz Sultan Selim’e ait olduğunu söyleyenler bir de şöyle hikâye uydurmuşlar: Neymiş efendim, o zamanda köleler küpe takıyormuş. Yavuz Sultan Selim de “Ben de Allah yolunda köleyim” diyerek küpe takıyormuş. Kulağa ne kadar da mantıklı geliyor değil mi? Ama sadece bir uydurmadan ibaret.
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, Kayı adlı eserinin III. cildinde bu konuya değinmiş. Şimşirgil, Yavuz Sultan Selim Han’ın sakalı olmadığını, uzun bıyıklarının olduğunu ve kemikli ve yuvarlak yüz hattına sahip olduğunu, dolayısıyla da portrenin Yavuz Sultan Selim’e ait olduğunu söylüyor. Bu portreyi çizen Avrupalı ressamın Selim Han’ı hiç görmediğini ve Avrupalı tarihçilerin tasvirleri ışığında portreyi çizdiğini belirtiyor. Bu yüzden de portredeki kıyafetlerin, kolyenin ve küpenin ressamın hayal ürünü olduğunu söylüyor. Şah İsmail’in orijinal portrelerinde de küpe, kolye ve bu tarz kıyafetlere rastlanılmadığını, üstelik Şah İsmail’in şemâilinin portredeki şemâile hiç benzemediğini gözler önüne seriyor ve tüm bunların kaynaklarını da belirtiyor. Yani portrenin Şah İsmail ile hiçbir alakası yok. Yavuz Sultan Selim resmedildiyse de Yavuz’un gerçekte küpe taktığına da delil değildir. İşte mantıklı olan budur. Çünkü ortada ispat var. Aksini iddia edebilir miyiz şimdi?
Halk arasında bu kadar yaygın olmasa da buna benzer bir duruma Kanuni Sultan Süleyman’ın portresi de konu oluyor. Birkaç sene önce bir dergide gördüğüm, Fransız bir ressamın çizdiği portrede Süleyman Han, çirkin suratlı ve cılız bir şekilde resmedilmiş. Üstelik kafasında da Avrupalıların kraliyet taçlarına benzer kocaman bir taç var. Fakat bu portrenin çizilme amacı Kanunî’yi ve Osmanlı Devleti’ni küçük düşürme propagandasından başka bir şey olmadığı bir gerçek. Yani o portrenin Kanunî’ye ait olmadığı gayet net.
Yavuz Sultan Selim Han’ın portresi yanlış tarihe örnekse Kanunî Sultan Süleyman’ın portresi de yalan tarihe örnektir diyebiliriz. Görüldüğü üzere yalan tarihin çürütülmesi yanlış tarihe göre biraz daha kolay oluyor. Sonuçta mumları yatsıya kadar yanıyor. Yanlış tarihte ise işler biraz daha karışık. Bu konuda müelliflerin kaynaklarını nasıl bir ortamda, kimden ilhamla kaleme aldıkları ya da tuvale aktardıkları ve iddiaların hepsinin araştırmasının yapılması gerekiyor. Biz, yani avam tarihi mensuplarının yapması gereken de yalan yanlış tarihe kendimizi alet etmemek. Bir yerlerden bir şeyler duysak da en azından bunu başkalarına yaymadan, okuyarak esasını öğrenmeli, gerekiyorsa ezberlemeliyiz. Yoksa “Tahsilin esası ezbere dayanır” diyen İlber Ortaylı’nın “Çok cahilsin!” tabiri bize müstahak olur.
Muhammet Emin Oyar