“geçen gün gene islâm medeniyetini ihya ediyordum”-3

(dör döküntü defteri – 16)

reaksiyoner tavrın, sağcılığın bünyesinde var olan en bariz “madde”lerden biri olduğundan ve bunun da zararından söz ediyorduk. bugün tarihimizi “övgü-sövgü” parantezinden çıkaramayışımızda bu tavrın payı büyüktür. tarih içerisinden devamlı kahramanlar ve karşı-kahramanlar çıkarılıp, bunlar mütemadiyen tokuşturulmaktadır. bu beyhude çabadan da geriye insanın içinde tuhaf bir hamaset tortusundan başka bir şey kalmamaktadır. daha üst düzeyde, daha entelektüel seviyede bu reaksiyoner tavrın sürdürüldüğü görülür. “davamızın günümüzdeki düşünce ve edebiyat akımını kurmuştum.”[1] diyen sezai karakoç’un diriliş’i, aslında komünizm ve kapitalizm karşısında kurulmuştur. reaksiyondur. karşı ideolojidir. karakoç’un metinlerinde komünizm ve kapitalizm karşısına tahkimat yapılırken seçilen kelime bazen islâm bazen diriliş’tir. “karakoçperestler” gücenmesinler, bunu tenkit etmek veya horlamak için, tahkir kastıyla filan söylemiyoruz. durum bu. sezai karakoç’un diriliş dergisini çıkarmasına “geberiş’i çıkarsaymış!” diye kızan necip fazıl kısakürek, bahsettiğimiz bu reaksiyoner tavrı kemikleştiren kişidir. “devlet-i âliyye”nin ıslahat çabalarına kadar gidecek bu reaksiyonerlik psikolojisini anlamak ve aşmak mecburiyetindeyiz.

birkaç gün evvel babam adına bir toplantıya iştirak ettim. orada bulunanlarla yeni tanışıyorduk, babamı temsilen geldiğimi ifade etmek için “pederimin adına buradayım.” ifadesini kullanınca “peder demesek, baba desek daha güzel olur.” diye itiraz etti birisi. sağcı parantezine dahil edilebilecek bir camianın mensuplarının ekseriyeti teşkil ettiği bir topluluk vardı karşımda. acaba aralarında bu kelimenin menfi bir anlamı mı var diye düşündüm. sonra bu kelimenin argo bir anlamı olduğunu mu düşündüklerini sordum. itiraz eden değil, bir başkası açıkladı: “hayır, hıristiyanî bir kelime, papaz demek ya…” diye merakımı giderdi. bu kez ben de bu kelimenin farsça menşeili olduğunu söyledim, hayretle karşılandı bu bilgi. amerikan filmlerinin tesiriyle sanki peder, kilise adamlarına mahsus bir kelime gibi algılanıyor sanırım dedim. bu tespitim, karşımdaki topluluğu daha da şaşırttı. üstelik adamları istemeden boşa düşürmüş oldum. üzerinde fazla durulmadı, geçtik gittik. bu hadiseyi anlatmaktaki gayem, reaksiyoner tavrın hangi boyutlara ulaştığına işaret etmekti. kaç yazıdır söyleyip durduğumuz kültür ikiliğini ortadan kaldırmadığımız ve tutarlı ve anlamlı bir kültür bütününe ulaşmak yoluna girmediğimiz takdirde reaksiyoner bir tavırla eriyip gideceğiz. paragrafın başında anlattığım hadisedeki türden çarpık algılar oluşup duracak.

üç yazılık bu serinin girişinde ahmet ağabey’in bana attığı zarftan söz etmiştim. ahmet ağabey, reaksiyoner tavrından ötürü sağcı mefhumunun okka altına gitmesini istemiyor. “sağcıları niçin öldürmeliyiz?” serlevhalı yazımdan sonra habervaktim’deki köşesinde “sağcılık kur’ân-ı kerim’e göredir” diye bir yazı yazdı ve sağcılığı tahkim etmeye devam edenler kervanına o da iştirak etti. sağcılık-solculuk mefhumlarının türkiye’ye soğuk savaşla iyiden iyiye kök saldığını ve bu mefhumların da batı toplumlarından tenkil edildiğini herkes biliyor. soğuk savaş terimlerinin altına ayet ve hadisleri taşıyıp durmak hem ağır bir mesuliyet hem de eklektizm (seçmecilik) olmuyor mu? sağcı mefhumunu desteklemek adına ayetle irtibat kurmaya giden ahmet ağabeyimiz, sağcılık adına yapılıp edilenlerin din-i mübin’e ve kitab-ı kerim’imize fatura edilmesine razı olur mu?

bugün türkiye’de fırsatı yakalanınca vazgeçilmeyen bir itham vardır: tarihimizde batıcı, alafranga, laik, solcu, muassır gibi isimlendirmelerle anılmış kimselerin sözlerinde veya işlerinde avrupa menşeili bir şeye rastlanılırsa, ülkemizin kültüründen kopuk oluşlarından başlayarak muhtelif tenkitler yapılır. bu tenkitlerin birçoğu da yerindedir, çünkü tespit edilenler doğru ve o işi, o sözü vaz edenlerin kıblesi bellidir. bir şey diyemezsiniz. haklıdırlar. ancak yerli ve millî olduğunu iddia eden pek çok kimse de farkında olarak ve olmayarak batıdan ithal edilmiş, muhtelif tadilatlarla makyajlanmış ama zihniyet bakımından kökü hâlâ batıda olan mefhumlarla düşünür, o zihniyet yapısına uygun cümleler sarf eder ve işler tutar. “evet” der, “pantolon batı menşeilidir ancak toplum hayatı ne hâle geldi görüyorsunuz, benim de memuriyetim var. köyde şalvar giyerdi dedem, bizim şehirde kendimize ait bir kültürümüz yok ki ben geldim kendimi modern kültürün içinde buldum.” diye durumunu açıklar. durumun farkındadır, anlamlı bulursunuz. sohbet ilerleyince “islâm medeniyeti” tabirini fransız oryantalistlerin ürettiğini, ilk defa onların kullandığını söylersiniz. bu kez ipler kopar. “hayır” der, “o mefhum bizimdir!” onu savunmak için bütün kıymetlerini ve bütün sözlerini o mefhumun altına yığar. onu ikna edemezsiniz batıcı, alafranga, laik, solcu, muassır diye eleştirdiği insanlarla yan yana düştüğüne.

siz dilediğiniz kadar sünnet-i seniyeye dair konuları medeniyet kavramının altına yığıp durun, sağcılık mefhumunun altına yığıp durun. netice faydasızdır. medeniyet kelimesini biz uydurduk, hem de civilasition yerine. dilediğiniz kadar “batı’nın medeniyeti ayrı bizim medeniyetimiz ayrı. batı’nın sağ mefhumu ayrı, bizimki ayrı” deyin. eklektik durumundasınız. batı dünyasında, kendi ihtiyaçlarına göre üretilmiş mefhumlar bunlar. siz de onları bize aitmiş gibi takdim ederek naklediyorsunuz. batıcı diye eleştirdiklerinizle aynı vazifeyi görüyor, aynı işi yapıyorsunuz. sezai karakoç “sağ islam’dır.” diyor. necmettin erbakan “teknoloji, allah’ın rahmetidir” diyor. sabahattin zaim, bankayı benimsetiyor. bir bakıyorsunuz demokrasi, “muhafakar demokrat” olarak salınıp geliyor. küfrün büyüyüp serpildiği iklim ve kültürü yerinden kıpırdatmıyor yaptığınız iş. bankalar yine açılıp kapanıyor. neticede apartman dairesinde gâvur usulü lavabo taşına kadar ayağını kaldırıp abdest almaya çalışan göbekli muhafazakar demokratımız, kurduğu dernekle “emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker” yaptığını düşünüyor.

size zor bir şey teklif etmiyoruz: kendimizi kandırmayalım, durum neyse, adını öyle koyalım. geçici çözümlere yüz vermeyelim ama “kökten halledelim şu işi” diyen evecenlere de kapılıp gitmeyelim. âgâh olalım.

 

mehmet raşit küçükkürtül

 

gurgumlu@gmail.com

 


[1] hatıralar, s. karakoç, 112.bölüm – İstanbul, 20 eylül 1991, yıl:32, dönem:7, sayı: 129-130, sy.11

 

“geçen gün gene islâm medeniyetini ihya ediyordum”- 1
“geçen gün gene islâm medeniyetini ihya ediyordum”- 2

 

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • Aziz , 11/07/2018

    Reisin sağcılıkla ilgili bütün yazılarına katılmakla beraber şunu ifade etmek isterim ki sağcılığı siyasetten göbekli adamın derneklerinden uzak tutsak çok da kötü bi şey olmadığı kanaatindeyim. Eğer kişi nebe suresindeki ayete doğru meal verip bunu kabul etse Cennete gidenlerin amel defterlerini sağ elle alacaklarını bilse ya da iyi yerlere sağ ayakla girileceğini bilse risale i nurlarda geçen sağ yolun yolcusu olmak taraftarı olsa saf temiz sünnet i seniyye ye uygun bir sağcılık olur ve kabul de edilebilir. Ne eklektiktir bu sağcılık ne de reaksiyonerdir. Sadece ve sadece peygamberden ve ashabından taraf olmaktır.

  • sümeyye , 06/07/2018

    Pürüssüz bir görüş berraklığı, harika. Önceliklerimizi yeniden düşünüp zihnimizi yeniden inşa etmeliyiz.

  • hüsnü mübarek , 06/07/2018

    adam yazıyor kardeşim

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir