“geçen gün gene islâm medeniyetini ihya ediyordum”-1

(dör döküntü defteri – 14)

geçen cuma günü dükkân’da ahmet ağabey, bana “sezai karakoç’tan ne istiyorsun aziz dost?” diye zarf attı. gayesi sağcılık kavramının köhnemiş, lümpenleşmiş taraflarını tespit etmek olan bir yazının meselesi sezai karakoç’a gelmiş bulunuyor maalesef. bu benim hatam. yazının üstüne bir sezai karakoç yazısıyla pekiştirmeye gittim, sonra da iddiamı pekiştirmek için eski bir yazıyı da iktibas olarak gönderdim edebifikir’e. dikkatler ister istemez bu yöne çevrildi. daha evvelki yazıda da ifade ettiğim gibi, sezai karakoç’a karşı bir garezim filan yok. karakoç tenkit edilmez, layüsel değil elbette ancak o yazılarda da karakoç’un tenkidine girişmekten ziyade bir tespite girişmiştim. benim yaptığım tarzda tahliller yapıldıktan sonra ancak bunun üzerine bir tenkit edecek literatür oluşur kanaatindeyim. türkiye henüz övgü üstüne övgü yığma safhasında. tabir yerinde olur mu bilmem: sanki, ne dediği anlaşılmasın diye sezai karakoç’u alkışla, slogan ve tezahürat ile boğuyorlar. ahmet ağabey, ne sağcılıktan vazgeçer ne de sezai karakoç hakkında fikrî bir tespitte bulunulsun ister. hasan ejderha ağabeyim de sağcılık meselesinden ötürü tenkit etmiş. iki ağabeyimin de ellerinden öpüyorum fakat tenkitlerini, tespitlerini reddediyorum. ahmet ağabey, sağcılık mefhumunu çöpe atmadıkça biz bu işi halledemeyiz. “hangi işi?” diyeceksiniz. hani yıllar ve yıllar boyunca türkiye’de “bu iş partiyle olmaz.” denilen bir iş vardı ya, o iş.

evvela şunu diyeyim: ismini belirterek tenkitlerde bulunan kimselere, arkadaşlarıma, edebifikir okurlarına teşekkür ederim. elbette ismini vermeden tenkit edenlere de teşekkür ederim ama hakaret etme, önyargı, küçümseme, alay yoluna gidenlere teşekkür etmiyorum. bir tespit veya fikir küçümsenebilir, önyargı ile de karşılanabilir ama onu serdeden kişiye hakaret edilmesi kabul edilmez. dolayısıyla hakaret edenlere, hakaretlerini iade ediyor ve hakkımı haram ediyorum. onlardan isimlerini yazarak tenkitlerde bulunmalarını beklemiyorum. türkiye’miz de hayli problemli hâle gelmiş bir devlet telakkisine sahip bulunuyoruz, problemleri yanlarından biri devlet telakkisinin neticelerinden olan “kişilerin mesul ve mükellef hissetmemesi” hâlidir. her iş devlette bittiği, devlet eliyle idare edildiği, devletçe tezkiye ve teşrîî edildiği için insanların mesuliyet ve mükellef oldukları vaziyetler pek azdır. mükellef ve mesul olmayan insan, akıl baliğ olmayan yani henüz erkekliği ve kadınlığı üstlenmemiş insan demektir. türkiye’deki birçok insan sosyal, siyasî, iktisadî pek çok meselede ergenlik hâlinde kalmıştır. sözünün sahibi olmayan, yazdığının altına ismini yazamayan insan; sözünün ve yazısının mesuliyetini almamış demektir. bunların erkekliği de sakıttır. o bakımdan isimlerini yazarak tenkit de bulunmalarını beklemiyorum.

meselemize avdet edelim. sağcılık bahsinde şöyle demiştim, kabaca aktaracak olursam: türkiye’nin iki yüz yıl geriye uzanan bir kültür bölünmüşlüğü, yarılması var. buna bağlı kültür mücadelesinde, sosyal tabakalaşmanın bu yarılma ekseninde meydana geldiği görülüyor: alaturka-alafranga, muassır-mürteci, laik-şeriatçı, sağcı-solcu. bizdeki sınıf ayrışmasının muharrik unsuru da bu kültür ikiliği olmuştur. türkiye’deki birçok mesele, bu ikilik üzerinden tezahür etmiş, bu ikiliğin üzerinden kendine yer bulmuş veya bu ikiliğin parantezine alınarak yerinden edilmiştir. bu anlamda, sağcılık-solculuk ikiliğinin soğuk savaş devrinde anlamlı ve organik bir yeri olabilir. ancak bu, muvakkat ve mahdut yani geçici ve sınırlı, bir devre ait durumdur. bu yaşadığımız kültür ikiliğinin devamlı bir temsiliyetini taşımaz. geriye doğru sağcılık inşâ etmek anlamsız olur. dün alaturka-alafranga ikiliği kendi devrinde sosyal rolünü oynayıp çekildiği gibi sağcı-solcu sıfatları da devirlerini kapatmıştır. türkiye’nin bu kültür ikiliğini gidermesi ve kültür meselesini bir hâl yoluna koyması gerekir. türkiye, bu meseleyi halledemedikçe kaynayıp durmakta, yozlaşmakta ve nesillerini, kuvvetini, imkânlarını heba etmektedir. sağcılığı parselleyip bunda ısrar edenler bu heba etme işine sebep olanlar arasındadır. sağcılıktan vazgeçmem deyip ona sımsıkı sarılanlar, türkiye’nin bu tarihî ikiliğini ortadan kaldırmak istemeyen ve bu ikilik sebebiyle türkiye’nin toplum ve kültür yapısının çarpıklaşmasına zımnen destek olmuş olurlar. dikkat çekici bir üslûpla “sağcılığı çöpe atalım!” derken, bunu anlatmak derdindeydim. sağcılığın hastalıklı durumunu işaret etmek için onun lümpen tezahürünü “sağcıları niçin öldürmeliyiz?” yazısında ortaya koymaya çalıştım.

hasan ejderha ağabeyim, “sağcıları niçin öldürmeliyiz?” yazısının altına yorum olarak tenkitlerini yazdı. öncesinde bana e-mektup olarak gönderdiği için ona e-postadan cevap yazmıştım. o cevabı buraya alıyorum: “abi, izin verirsen bu tenkidini edebifikir’de neşredelim. bu arada, reçete şudur: ali yurtgezen olmaktır, sulhi ceylan olmaktır, memduh atalay olmaktdır, yahya yüzgeç olmaktır. bu adamlar benim reçetem. müşterek noktaları hadis bilgilerinin çok yüksek olması, gördüğüm o. kalplerini de o hadislerin bilgisine açmışlardı. [ancak] reçete, sağcı ve muhafazakar sıfatlarından vazgeçilene verilir, bu hastalıklı kavramlardan vazgeçmeyen onlara sarılan kimse işittiği reçeteye burun kıvırmak için yönelir. hem sağcılığın iyi olduğunu düşünüp hem reçeteden istifade etmek mümkün olmaz. yazıya yapılan tenkitler reçete yazmanın yersizliğini gösteriyor. o bakımdan yazmayı düşünmüyorum. tenkidi daha da ileri götürmek niyetindeyim: inşallah bugün ‘sezai karakoç, sağcı mıdır?’ serlevhalı yazı çıkacak. öte taraftan, ben yedi tane reçete yazıyorsam üç tane tenkit yazıyorum ama gürültü koparan üç tanesi oluyor. fakat gene de reçeteler daha çok okunuyor.”

mehmet raşit küçükkürtül

 

gurgumlu@gmail.com

mehmet raşit küçükkürtül’ün diğer yazılarını okumak için tıklayınız.

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir