M. Necip Ârâste, yolda olma halini anlattığı yazısı ile Edebifikir yazarları arasına katıldı. Kendisini kutluyoruz. Bir gün herkes Edebifikir yazarı ya da okuru olacak.
***
Sulhi abi aradığında Bolu Dağı’nda yağmur çiseliyordu. “İsam işi oldu mu?” diye aramış. Hâlbuki ben daha mühim meseleler için aramasını beklerdim; mesela telefonu açtığında, “Hayatın anlamı ne Necip?” sualini her daim olduğu üzere yinelemesini… Cevabını bilmediği sorulara muhatap olmak insana haz veriyorsa ne demeli; acilen teşhis koymalı, başka ne çare… Gerçi her defasında hayatın anlamına dair yığınla laf ediyorum ve hakikat işportacı tezgâhına düşüyor öylece…
“Yoldayım abi” dedim, nevzuhur başkente bu iki haftadır kaçıncı gidiş gelişim ben de unuttum, bürokrasi denen meret yenilir yutulur gibi değil. Memurların yüzüne haykırmak istedim uzun bir süre, sonra anlayışlı biri çıktı ve teskin etti. İnsan kendine kızsa dahi suratına yumruk atamıyor işte, acısı hep başkalarından çıkmalı besbelli, bazen da aynalardan… Evet, yoldayım… “Duruyor musun peki hiç?” diye devam etti, arkasından kesin giriftimsi bir cümle gelecek, az çok anladım, “Sulhi Ceylan is so predictable man” deyiverdi içimden bir ses. “Ne durmaya, ne de durulmaya vakit var, yolun götürdüğü yere gidiyorum, rüzgârın savurduğu köşeler ya yosun tutmuş, ya is.” diye mukabele ettim. “Durmalı ve düşünmelisin, durmadan düşünmeden yol alınamaz” dedi. Meğer ertesi gün Edebifikir’e koyacağı yazının kritiğini yapıyormuş benim üzerimden, neden sonra fark ettim… O öyle deyince Sadettin abinin Seyir Defteri’ndeki jenerik düştü aklıma. Şöyle bir şeydi; “Durup dinlemeliyiz, durup dinlenmeliyiz, durup düşünmeliyiz ama durmalıyız önce… Durmalı, durulmalı, durulanmalıyız ve içimize doğru bir yolculuğa çıkmalıyız; yola çıkmalı, yolda olmalı ve yol almalıyız” diyordu Sadettin abi. Sadettin abi hasbi adam, şimdiye kadar benlik namına bir şey görmedim, derviş meşrep, her daim mütebessim… Sulhi abiye avamdan bir derviş örneği olarak onu göstermeliyim, öyle beylik laflarla bu gemi yürümez be abi.
Ne diyordum, evet, durmaktan bahsediyorduk. Hakikatten değil de mecazdan konuşalım yalnız, havalara uçmaya gerek yok, neysek o… Ayrıca içine düştüğümüz suri âlemin dağdağasından bahsedelim ve ağlayalım bir tahiyyat miktarı da olsa halimize… Ve mecaz neden asırlar boyu sufilerin tercihi olmuşsa, bugün de kelimelere takla attırışımız aynı sebepten ya da öyle olmasını umuyorum. Çünkü çamura bulanmış bir sarhoştan misk kokular saçmasını bekleyemezsin, ama sarhoş da olsa insan gözyaşı dökebilir elinden tutan, sırtını kollayan oldukça… Bizden de bir Bişr çıkar mı dersin Sulhi abi? Zor geliyor. Mest u huşyar olsam da perdelenmiş gözlerim ne yere düşmüş bir kâğıt parçasını ne de önümde ayan beyan duran cemal sahibini görmeye izin veriyor… Hakikatten bahsetmenin şehveti denen bir şey var bu arada sen de iyi bilirsin, çok cazip geliyor insanlara ve muhtemelen kıyamete kadar da gelecek. Hâlbuki ona erenler, ondan en az bahsedenler, muhakkak dikkatini çekmiştir…
Yolda mıyım abi? Bilinmez! Her dönemeçte yeniden heyecanlanan, her köşe başında nefes tazeleyen, her düşüşünde yürümeyi yeniden öğrenen bir âdemin yolda olmaktan başka elinden ne gelir, sen söyle? Durmak mı dedin; durabilene aşk olsun.
4 Yorum