Ferahlatıcı Bir Rüzgâr Olarak Umut

“Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.”
(Mehmed Akif Ersoy)

Her yeni gün, bilinmeyen bir güne uyanıyoruz. Başımıza ne geleceğine dair en küçük bir fikrimiz bile yok. Kiminle, nerede tanışacağımızı bilmediğimiz gibi, yolumuzun kimlerle kesişeceğini de tahmin edemiyoruz. Kısacası her sabah yeniden doğuyoruz. Yeniden nefes alıyor, veriyor, nefes alıp verdiğimizin farkına varıyoruz. Bir saniye sonra ne olacağını bilmiyor, bilmediğimizi bilmenin verdiği o şey neyse onunla yaşamaya devam ediyoruz. Belki de hayatı bu kadar çekici kılan üzerindeki bilinmezlik örtüsü. Gizem… Hayatımız bu bilinmezi yani meçhulü, bilinir yani malum kılmakla geçiyor. Her adımımız, bilinenden bilinmeyene doğru. Her saat bilinmeyene doğru akıyor. Saatle birlikte biz de akıyoruz, değişiyoruz. İnsanın/eşyanın hareketini ölçüp zaman diyoruz. Bütün bu bilinmezler içinde elimizden umut denen duygu tutuyor. Umudu, umutsuzluğun doğum sancısı olarak tanımlıyorlar. Ne kadar güzel değil mi?

Bir kavramın künhüne varmak için söz konusu kavramın zıddını bilmek gerekir. Umudun karşıtı umutsuzluk. Umuda doğum dersek, umutsuzluğa da kısırlık diyebiliriz. Umut ferahlatıcı bir rüzgârsa, umutsuzluk donduran bir soğuk. Umut bir an sonrasına “her şey güzel olacak” cümlesi ile nazar etmekken, umutsuzluk “her şey daha kötü olacak” anlayışı ile yaşamaktır. O halde umutsuzluk aslında bir intihardan başka bir şey değil. İnsanın uğradığı bela ve musibetler sebebiyle yenilmesi sonucu, ayağa kalkamayacağına inanması ve eylemi terk etmesi. Eylemin olmadığı yerde kokuşma başlar. Durgun su kokar. Akarsu ise kendini temizler ve yeni diyarlara doğru yol alır. Yol aldıkça güçlenir.

Gaye yani varılmak istenen hedef, umudun varlığını gösterir. İnsanın kendine hedefler belirlemesi, umudun alametidir. Ama bu yeterli değil. Hedef var ise hedefe ulaşmak için bir usul çerçevesinde belirlenmiş yol haritası da olması gerekir. Daha sonra yapılacak ilk şey ise adım atmaktır. Haritanın gösterdiği yere doğru küçük küçük de olsa adım atmaya devam etmek. İşte böylece insan umudu hisseder, nefeslerinde umut ses verir. Umudu, hakikatiyle buluşmaya can atar. Bu da hayat sevinci doğurur.

Her insanın bir umut ışığına ihtiyacı var. Umut vadeden işarete… Umut ışığı, hayatı yaşanılır kılar. Yarının güzel olacağına dair inanç, insanın düştüğü çukurlardan çıkmasını sağlar. İnsanın her an türlü sıkıntılara düşebileceğini bilmesi ve bu sıkıntılardan kurtulabileceğine dair inancı onu diri tutar. Kısacası umut hayat enerjisidir. Bu bağlam din, başlı başına umuttur. Peygamberler ise umudu müjdeleyen rahmet habercileridir.

İnsanın, kendini dünyaya atılmış, terk edilmiş biri olduğunu düşünmesi umutsuzluktur. Böyle bir bakış açısı kâinatta anlam da göremez. Bütün varlığı ya tesadüfle açıklar ya da bu konuda cevap bulamadığı için susar. Ama bir gaye için burada olduğunu ve hatta burada yani dünyada var edildiğine inanç ise insanı umutsuzluk çukurundan çıkarır. Evet umutsuzluk derin bir çukurdur. Bu derinliği ise kişinin kendisi belirler. Umut ile ilişkisi nispetinde çukur derinleşir ya da tam tersi…

Salih Mirzabeyoğlu’nun; “Bana zehir yedirdiler, ben onu bala çevirdim… Bizi uçurumdan attılar, biz yere sağlam indik. Paraşütü icat etmiş olarak indik.” Sözlerini, umudun mücessem hale gelmiş şekli olarak okuyabiliriz. Umut, mücadelenin çocuğudur. Yenildikçe tekrar ayağa kalkmak için kendinde güç bulmaktır. Yenilgilerden ders çıkarmak ve yeise kapılmamaktır. Dünyada olmanın bir anlamı olduğuna inanmak ve bu anlamı aramak için yola revan olmaktır. Umut insanın yoldaşıdır.

 

Sulhi Ceylan

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir