(dör döküntü defteri – 10)
futbolla ilgilenmiyorum. kâğıt oyunlarını, okeyi filan bilmem. bilgisayar oyunlarına, televizyon dizilerine rağbetim yoktur. müzik çok az dinlerim, sinemaya yılda bir iki defa ya giderim ya gitmem. piknikten hoşlanmam, genelde zorla götürürler. bunlara rağmen, zaman bana niye yetmiyor? benim zamanımı bereketsiz hâle getiren bir saik var ama ne? henüz bunu bulabilmiş değilim. sosyal medya hesabı desen… üstad muharrem cezbe’nin asistanı olduğum için onun twitter hesabı var fakat onu da çok aktif kullanmıyorum, yakında da kapatacağım. insanları suçlamaya meyilliyim, beni çok meşgul ediyorlar galiba. sulhi abi ise, beni çok ve çeşitli miktarda meraklarımın olduğunu söyleyerek tenkit eder. aslında bu da olabilir. zihni meşgûl eden çok şey olunca, hem kanın ağırlaşıyor hem de vakit geçiyor da sen ona yetişemiyorsun. benim dör döküntü defteri diye toparlamaya gayret ettiğim de bu değil mi? meraklarımın gereğini tam olarak yerine getiremediğim için dör döküntü defteri’yle çentik atıyor, bellik koyuyorum; o sükûnetli gelecek zamana havale ediyorum yani. “tam olarak yerine getirmek” nasıl olacaksa, müşkülpesentliğin dik alası işte!
geleceğe havale etmek istediğim, enine boyuna düşünmek ve diğer unsurlarıyla bağını ortaya koymak istediğim bir cinsiyet meselesi var. her gün yeni tezahürlerini görüyorum. birkaç gün evvel de insanı tebessüme sevk eden yeni bir tanesini daha gördüm. o meseleye geçmeden evvel şunu diyeyim: bugün türkiye’de en netameli konu cinsiyet meselesi olmuştur. bir sıkışma, bir arayış, bir bunalım hâli var ve neredeyse her konuda tezahür ediyor bu bunalım. acaba diyor insan, bildiğimiz kadınlık ve erkeklik artık başka bir sosyal varlığa dönüşüyor da bunlar, onların sancısı mı? müddei olamam. kâhinlik değil ama bir tahmin: erkeklik, orta vadede sosyal anlamda, uzun vadede ise fizik bakımından yok olma yolunda görülüyor. kadın ise artık kadın diyemeyeceğimiz başka forma doğru evriliyor sanki. elbette benim cinsiyet üzerine, birçoklarının benimseyeceği fikirlerim var ve burada onları yazmam mümkün değil. çünkü editör neşretmez. mesela aşkar’da çok sert yazılar yazdım, bugün kimilerinde ciddi hatalar bulduğum yazılardır bunlar, ekipteki arkadaşların rahatsızlığını celp etmedi. fakat cinsiyet üzerine yazdığım bir yazı, çok rahatsızlık uyandırınca neşretmekten vazgeçtik. cinsiyet alakalı meselelerin tabu olmasından filan değil, az evvel bahsettiğim bunalım hâlinden kaynaklanıyor bu. demek istediğime bir örnek vereyim: siyasiler, türkiye’yi siyasî ve iktisadî bakımdan zora sokacak birçok söz ve fiil ortaya koyabilir, insanlar bundan rahatsız olmaz. fakat eşlerini öne çıkarmaktan ve beraber seyahat etmekten filan vazgeçsinler, hatta daha basit bir şey, mesela sakal bıraksınlar. çok büyük rahatsızlığa sebep olur. “sakalla erkekliğin ne alakası var abi?” gibi bir karşılık verecek olan varsa, lütfen yorum yazmasın, gitsinler sakallı celal’in hayatını okusunlar. evet, bu konuda biraz müddei olabilirim: siyasilerimiz, abd’ye kafa tutabilir fakat sakal bırakamazlar. bu durumun ayrıntılı analizini mükerrem mete’ye bırakalım ve beni tebessüm ettiren konuya gelelim.
birkaç gün evvel lise çağında bir gencin cumhurbaşkanı adaylarına video yoluyla tekliflerini ifade ettiği birkaç dakikalık bir konuşmayı dinledim. beden dili, ifadeler, videonun uzunluğu filan iyi ayarlanmıştı. teklif şu: evlilik sigortası getirilsin ve evlenmek isteyenler “evlilik yeterlilik belgesi” almak zorunda olsun. evlilik yeterlilik belgesini, aile ve sosyal politikalar bakanlığı tarafından tertip edilen “sahasında uzman” bir heyetle mülakat sonucunda alacakmışız. burasını hayal etmeye çalışın: sosyolog, psikolog, kadın doğum uzmanı, emniyet’ten bir kriminal uzman ve belki daha kimler kimler olabilir! aile psikolojisi üzerine yüksek lisans yapmış bir hanımefendi, suçun sosyal yönünü incelemiş kırk yaşında bekâr bir sosyolog hanımefendi, insan sarrafı bir emniyetçi ağabey oturmuşlar bir masanın etrafında. karşılarında da bizim kurbanlık koyunlar! hayır, alay etmek için söylemiyorum. muhtemelen çok iyi niyetli bir fikir aslında. ilk başta kulağa da hoş geliyor. “dünya evine, öyle palas pandıras girilmez; ciddi ve şuurlu olmak lâzım!” diyorsunuz. hak veriyorsunuz. amma gelin görün ki bu projenin nasıl tatbik edileceğini düşündüğünüzde işler karışmaya başlıyor. böyle bir işe kalkışılsa ruhat mengi, “her evlilik müracaatı yapan erkek, emniyet’ten, yüz kızartıcı bir suç işlemediğine dair nikah dairesine kâğıt getirsin!” diye köpürtebilir. bunlar olmayacak şeyler mi? kendi gözlerimle gördüm televizyon ekranında “erkek terörü, yine can aldı!” başlığını.
diyelim ki evlilik yeterlilik belgesi uygulaması getirdik. polis zoruyla, insanlara da bu belgeyi alacaksınız diye enselerinde boza pişirdik. peki, hangi nitelikteki kadınlar evliliğe yeterli sayılmayacak? erkek ne yaparsa evliliğe layık bulunmayacak? mevcut şartlar içerisinde bu işlerin yürümediğini, evlilik müessesini hayli zora soktuğumuzu biliyorum. bir arkadaşımın ağabeyi evlenmiş, karısı bir hafta sonra kendisini asarak intihar etmişti. işin arkasından, kadıncağızın psikiyatrik bir rahatsızlığı olduğu ve ailesinin “kızımın kısmeti kapanmasın!” diyerek durumu gizlediği ortaya çıkmıştı. genç adam, hem karısının ölümünü görmüş hem de o yaşta dul kalmıştı. peki ya, tekrar evlenmek istese? “aman şekerim, o aileden uzak durun, bu çocuk evlendi, ertesi hafta karısı kendini astı. allah bilir ne sıkıntısı var bu çocuğun? düşman başına, aman…” haydi buna münferit vaka diyeceksiniz. görücü usulü ile nevzuhur tanışma/bilişme usulsüzlükleri arasında sıkışmış milyonlarımız yok mu?
gelenek görenekten gelen âdetlerle nevzuhur işler arasında melez, tuhaf bir törene dönmüş olan düğün dernek işlerine bir de devlet dairelerinden “evlilik yeterlilik belgesi” alma işini eklersek cinneti çoğaltmaktan başka bir şey yapmış olmayız sanırım. mevzuatlar, sertifikalar, belgeler… bunlar aşılması gereken, sıyrılıp kurtulmak gerektiği düşünülen birer musibet olarak düşünülmez mi hep? son birkaç hafta içerisinde yaşadığımız bir mevzuat garabeti: “bakın, ben imar müdürüyüm, yapabileceğim şeyler sınırlı. sizin müteahhittiniz kaçmış ama ne yapalım? adamın bize onaylattığı planda, apartmanın toplantı odası daha büyük görünüyor. siz, şu zemin kattaki dairenin duvarını yıkın, teftiş ekibi baksın, sonra biz gidince siz duvarı geri örün. şunu da yapabilirsiniz: imar barışı geliyor, %4 ödeyeceksiniz. e doğru, sizin binanın %4’ü için her dairenin 5-6 bin lira para vermesi lâzım. ama başka nasıl çıkayım ben bu işin içinden?”
evet, bu kadar kelimeyi yaktın, ne diyeceksin raşit?
elbette reçeteyi elinize tutuşturuverecek değilim. ama şuna inanıyorum: insandan gelen zehrin panzehri de yine insandan gelir.
(ramazan – 1439 / 5 haziran 2018 Salı)
mehmet raşit küçükkürtül
3 Yorum