“Yazılarındaki gibi olsa, ego yapmasa!” Böyle diyordu tanımadığım bir okur. Ben tanımıyorum ama ego yaptığımı düşündüğüne göre büyük ihtimal bir yerlerde görüşmüş olabiliriz bu kişiyle. Bu kadar kısa metinden kim olduğunu da çıkaramadım. Hakikaten egosuna kul olmuş birimiyim diye düşündüm ister istemez. Hatta Bahadır’ı aradım, “Yok abi, seni tanımıyor, kendi koyunda yalnız olmak ve rahatsız edilmek istememeni ego olarak değerlendirmiş” dedi, ya da buna benzer bir cümle. Yine de kalbim rahatlamadı. Ya haklıysa, Allah’ın en sevmediği günahla sürekli sevişiyorsam! Bahadır, beni üzmemek için gerçeği söylemiyorsa!
İnsanın, tek aslî sıfatının yalnızlık olduğuna kanaat getirdim artık. Etrafındaki insan sayısının çokluğunun hiçbir önemi yok. Her halükarda yalnızız. Hiçbir duygumun bir başkası tarafından tam olarak anlaşılmadığından eminim. Ben de tanıdıklarımın duygusuna vâkıf olduğumu iddia etmiyorum. Hatta başka birinin duygusunun çadırında konaklamanın imkânsız olduğuna inanıyorum.
İnsan, son derece bencil olup başka insanların duyguları içinde kendi bütünlüğünü inşâ derdindedir. Birilerinin acıları, başka birilerinin acıları için yatıştırıcı vazifesi görür. Yani insanın her acısı, başka birinin acısını normalleştirir. O halde insanlar acıları üzerinden birbiri ile iletişim kuruyor diyebilirim. Bütün bunların tek sebebi ise deli gibi hayata tutunma arzumuz.
İnsanın kendiyle baş başa kalması o kadar zor ki! Ve tanıdıklarının sayısı arttıkça bu zorluk katlanarak büyüyor. İnsansa aciz ve sürekli birilerine ihtiyaç duyuyor. Yanında, elinin altında sevdiklerinin olmasından mutlu oluyor. Telefonuna göz gezdirdiğinde konuşabileceği ve dertleşebileceği insanların olması içini rahatlatıyor. Bu dostluk sevgisi değil, hatta samimi bile değil, ya da ben öyle iyimser bakamıyorum. Gerçi insanın kendisi de acizliğinin farkında, sadece önlem alıyor. Her insan; arkadaşlarının önlemi, güvenli istasyonudur. Çünkü kişinin rabbiyle yetinmesi çok üst bir makam. Hatta benim gibi insanlar için bir hülya! Sorun şu ki insan bir başkası ile ilgilenirken asla kendisine eğilemez. Büyük ihtimal kendini unutur. Başkalarına yardım etmenin öneminin farkındayım. Bununla sorunum yok, hatta destekliyorum ama başka bir şey anlatmaya çalışıyorum. Belki de anlatamıyorum.
Meselenin bir diğer boyutu ise kibrin, şeytanın sıfatı olması. Eğer bir sıfat şeytanınsa, insan ona son derece kolaylıkla ortak olabilir demektir. İnsan çoğu gece şeytanın yatağında sabahlar. Ulaşamadıkları, kaybettiği savaşlar, içinde büyüyen ve bir türlü dinmek bilmeyen arzular sebebiyle insan kendini şeytanın sofrasında bulur. Sonrası malum…
Sonra ne mi olur? Yazılarında kendisinden başkası olabilir mesela… Mesela kendisine gayet mütevazı bir kişilik çizebilir ve bunları yazılarına aktarır. Ama gerçek hayatta çizdiği profilin tam tersi bir hayat sürebilir. Ya da umutlarını, olmak istediği kişiyi yazar sürekli. Ona özlemle doldurur beyaz kâğıtları. Ama sabah uyandığında geçmişindeki kara kâğıtları görür. Hışımla tekrar o beyaz sayfaların arasına kapanır. Yazdıkça yazar. Yazdıklarının dua olduğunu düşünür. Dua dua seslenir. Sesinin duyulduğunu biliyordur. Anlaşılmadığını da! Ama herkesin sesinin duyulmasına ihtiyacı olduğunun da farkındadır. Bir kalbi kırığın hayır duasına denk gelebileceğini hayal eder. Sonra defterinin kapanacağı o güne özlemle kendini uykuya bırakır. Ya da bütün bunlar bir savunmadır ve o da her yazar gibi egosunun esiri olmuş bir kaybedendir. Yazılanlar ise safsata…
Gün doğuyor, haydi birbirimizi yeniden kandıralım!
Sulhi Ceylan
8 Yorum