Modernleşme – Batılılaşma Çabaları
“Modernleşme” kelimesi, geleneğe bağlı olanın yerine konulan ve yeniyi niteleyen durum anlamına gelen “modern” kelimesinden türetilmiştir. Yani, geleneğe bağlı bulunan toplum yapısından modern toplum yapısına geçişin ifadesidir. Batı’da geleneksel hayattan modern hayata geçiş yaklaşık 4-5 asır sürmüştür. Bu modernleşme süreci, Batı’nın kendi doğal akışı içerisinde ve iç dinamiklerine dayalı bir şekilde gerçekleşirken, Batı dışındaki toplumlarda bu süreç, çok kısa bir zamanda yapay etkilerle ortaya çıkartılmıştır.
Türk kültür hayatı ele alındığında, yabancılaşmanın daha çok Tanzimat’tan sonra hızlanan süreç içerisinde Batılılaşma meselesi ile ortaya çıkan sosyal bir durum olduğu görülür. Batı tarzındaki okullar ve kültürel ilişkiler neticesinde toplumdan uzak, kültüre ve içinde bulunduğu topluma yabancı; ama aynı zamanda da Batılılaşma adına taşıyıcı, aktarıcı, yönlendirici bir görev icra eden insan tipleri ortaya çıkar. Bu tipin yeni değerleri, tutum ve davranışları geleneğe bağlı toplumun temelleriyle uyuşmayınca, yabancılaşma, içinde bulunulan toplumla bir çatışma meydana gelir.
Gazete, tiyatro, hikâye, roman gibi türler, beraberinde Batılı bir insan hayat tecrübesini de kültür hayatımıza aktarır. Özellikle roman, yeni değerlerin, düşüncelerin, yaşam tarzlarının inşâsı ve yaygınlaşması, okura da daha rahat ulaşması açısından Tanzimat edebiyatçıları tarafından iletişim aracı olarak seçilmiştir. Bu edebiyatçıların gayesi Şinasi’nin ifade ettiği gibi, “Garb’ın fikr-i bikri ile Şark’ın akl-ı pîrânesi”ni birleştirerek bir senteze ulaşmak. Fakat bu sentezin iki ayrı değerler sütununun üzerinde olması, modernleşmeyi bir çeşit yabancılaşma olarak karşımıza çıkarır.
Dünyanın sürekli içinde bulunduğu değişim, şartları ve 19. yüzyıldaki batılılaşma hareketleri, Batı edebiyatları içinde ortaya çıkan roman türünün edebiyatımıza girmesine yol açar. Romanın sosyal bir fonksiyonunun olması bunda birinci derecede etkilidir. Bu durum, Tanzimat’ın Batılılaşma zihniyetiyle paralellik gösterir. Çünkü Tanzimat döneminin hem idarecileri hem de edebiyatçılar gibi düşünen insanları, medenî olmanın ancak halkı aydınlatmakla, Batılı bir toplum olmakla mümkün olacağına inanmaktadırlar. Etkileyiciliğinin fazla olması hasebiyle halka ulaşmayı sağlayacak her türlü eser de bu amaç kullanılmak istenmektedir.
Çevirilerle edebiyat hayatımıza giren ve bunlara benzetilerek üretilen yerli romanlar, Batı’daki örneklerine gerçek anlamda ulaşamasa da edebiyatımızın çehresini değiştirmede, toplumda Batılı değerlerin yer etmesinde, Tanzimat’ın esasını oluşturan yeni bir insan tipi ve yeni bir toplum anlayışının temellerinin atılmasında önemli rol oynamıştır. Yeni bir toplum kurma isteği, beraberinde Türk toplumuna liderlik yapacak, topluma yol gösterecek, tercihler sunacak, yeni düşünceleri ifade edebilecek bir kahraman/tip ihtiyacını da beraberinde getirir. Yapaylıktan uzak bir şekilde Batılılaştırılmak istenen toplumda bu rolü, Batı aydınına benzeyen özellikler taşıyan yerli aydınlar yüklenir. Bu kahraman artık eğitimi, kültürü ve dünyaya bakış açısı bakımından Batı kaynaklıdır. Yazar, bir taraftan roman aracılığıyla halkı bilgilendirmeye çalışırken, öbür taraftan Batılılaşmış bir aydın olarak yine romanı kullanarak kendi tipinin devamını sağlamak ister.
Tanzimat sonrası romanlar ele alındığında, Batılı insan gibi davranan ve onun gibi düşünen insan tipleri, gerçek hayattaki okuyucu için bir model olmaya başlar. Yani gerçek yaşantıda henüz canlılık bulmamış insan ve insan tecrübesi edinmemiş bir hayat öne çıkar romanda. Bu hayatlar, olumlu ve olumsuz örnekleri sunan kahramanların hayatlarıdır. Bazen geleneğe bağlı bir hayatın temsilcisi olarak bazen de yanlış Batılılaşma örneği olan alafranga kahramanı olarak belirir. Prototip kahraman ve yanlış Batılılaşma örneği olan alafranga kahraman, yazarlarının fikirleri doğrultusunda modernleşmenin doğru ve yanlış modellerini sunarlarken aynı zamanda bir yabancılaşmayı da yaşarlar. Yani yabancılaşma, bir kısım kahramanlarda olumlu, bir kısım kahramanlarda ise olumsuz bir modernleşme tarzı olarak belirginleşir.
Dönemin edebiyatçıları, bu dönemde oluşan düalizmin etkisiyle gerek kendi yaşantılarından gerekse romanlarında yer alan kahramanların yaşantılarından kendilerini alamamışlardır. Bu durum Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, “19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eserinde şöyle ifade edilir; “…bu düalite bir tarafıyla geleneğe, kendi toplumuna bağlı oluş; diğer tarafıyla ise yabancılaşmış olmaktan, yani bir tarafıyla ilahi merkezli olmaya çalışan bir algı kalıbına…” dayanmaktadır. Tanzimat romanında daha ileri bir yabancılaşma örneği olan alafranga kahraman ise bütünüyle toplum dışına itilir ve bunlar yabancılaşmanın psikolojik boyutu olarak sunulan normsuzluk, güçsüzlük, anlamsızlık gibi özelliklerini de sergilemeye başlar.
İlk dönem Türk romanlarında temel sorun modernleşme veyahut Batılılaşmadır. Batılılaşma, bazı olgular çerçevesinde çözümlenmeye çalışılır. Alafranga züppe tipi en çok başvurulan olgudur. Alafranga züppe tipinden hareketle Türk toplumunun Batı karşısındaki tutumu ve Batılılaşma deneyimine dair ilk tepkiler açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır. İlk dönem Türk romanında çok sayıda züppe tipi bulunmaktadır. Felatun Bey, Bihruz Bey, Şöhret, Efruz Bey, Seniha gibi tipleri öyküleştiren yazarların ana problemi Batılılaşmanın Türk toplumunda algılanışı ve ona karşı alınan tavırlarıdır.
Toplumsal bir figür ve tip olarak züppe, modernleşme çabalarının yoğunlaştığı dönemlerin ruhunda kendini bulur. 19. yüzyılla beraber züppe gerek sanat ve edebiyatta gerek gerçek hayatta bir üslup, hayat tarzı ve düşünme biçiminin adı hâline gelir. Çünkü züppe, sadece bir karakter, görüntü, imaj değil aynı zamanda modernleşmenin, Batılılaşmanın, bir düşüncenin, davranışın, üslubun ve tutumun tezahürüdür.
Adem Suvağcı