1. İnsanoğlu konuşmak için kelimelere ihtiyaç duyar. Kelimeler; anlamı taşıyan sembolik araçlardır. Ama bu kelimeler her insanda farklı çağrışım ve değerlere gebedir. İnsan, kelimelere hayat verirken kendi tarihine/hatıralarına yaslanır. Böylece aynı kelime her insanda farklı çağrışım ve hatta anlamlara kapı açar. O halde insanların anlaşması imkânsızdır.
2. Harfler birer simgedir. Kelimeler ise harf denen simgelerden oluşan üst bir simgedir. Anlamın kabı olan kelimelerden kasıt kendisi (harfleri) değil taşıdığı manadır. O halde her kelime; bir mananın içine sıkıştırılması sonucu oluşan simgenin ifadesidir. “Anlamlar” kelimeye içerik olurken ister istemez anlam daralmasına uğrar. Sonra da kişinin zihin süzgeci bir anlam daralması daha uygular. Haydi söyleyin bana, biz nasıl anlaşacağız?
3. Konuşarak, derdini kim anlatabilmiş? Bilakis konuşmak dertlerin artması ve insanların arasındaki uçurumun derinleşmesi demektir. Hiç olur mu öyle şey, demeyin ve tarihe bakın. Tarih, konuştukları için birbirini öldüren insanların tarihidir.
4. Konuşmak, anlaşılamamanın alametidir. Yoksa insan, neden sürekli konuştuklarını açıklamak derdinde olsun ve “yani” kelimesine tutunsun!
5. Konuşmak, asıl’dan uzaklaşmaktır. İnsan konuştukça ilk söylediği cümleden (konudan) uzaklaşır ve ayrıntılarda yüzmeye başlar. Ayrıntılarda kendini kaybettiği için de en baştaki konuya dönemez ve kendini başka bir limanda bulur.
6. Ağızdan çıkan her söz, bir yanlış anlamaya gebedir. İnsan demek, belli bir algı seviyesindeki varlık demektir. Ve herkesin doğrusu ise kendi idrak filtresinden geçmiş bilgidir. Bu sebeple insan sayısı kadar doğrudan bahsedebiliriz ki bu da insan sayısı kadar yanlış anlamanın da olduğunu gösterir.
7. “İnsan konuşa konuşa, hayvan koklaşa koklaşa” deyimi bir kandırmacadan ibarettir. Burada konuşmaktan gaye anlaşmak değil birbirini daha iyi kandırabilmek için bilgi toplamaktan ibarettir.
8. Tasavvur, zihni bir tasarımdır. Var olmayan ve tecrübe de edilmeyen bir şeyin zihnen oluşturulmasıdır ki bir bilge tasavvurun; bir şeyin dışarıdaki hakikati değil, hakikatinin benzerinin alınması olduğunu söyler. Bir insan size ne anlatırsa anlatsın, tasavvurunuz o anlatılan konuya uygun bir elbise giydirir. Yani anlatan kişinin niyetinin hiçbir değeri yoktur. Önemli olan -ki bu zorunluluktur- sizin anladığınızdır.
9. “Neden konuşuyorsun?” sorusuna anlamlı bir cevap vermek imkânsızdır. Her insan ayrı bir “esma terkibi” olup ilmi ve akli seviyeleri birbirinden farklı olduğunu gibi ilgi alanları da birbirine uymaz. Dahası herkesin dünyası kendi tarihine göre oluşmuş bir anlam bütünüdür. Kişi kendi dünyasının duvarlarını bile yıkamazken bir başkasının dünyasını nasıl anlayabilir ki!
10. İnsanlığın tarihi neden savaşlar tarihinden ibaret? Koca koca devletler neden konuştukları halde bir türlü anlaşamıyorlar? Bu kadar elçilik faaliyetleri ne işe yarıyor? İletişim çağında olduğumuz halde niçin sürekli insan kanı akmaya devam ediyor?
11. Yalan, dedikodu, çekememezlik, gösteriş, münafıklık, çirkin sözler, kendini temize çıkarmak, söz dalaşı, gerçeği tahrif etmek, gerçeğe ilâvelerde bulunmak veya eksiltmek, insanlara eziyet etmek veya namusuna saldırmak… İşte bütün bunlar biz konuşunca oluyor. Yani sen! Sağa sola bakma, senden bahsediyorum. Yani ben’den!
12. Bir kadın “canım sıkılıyor”, dediğinde ne demek istediğini kim bilebilir ki? Madem konuşulanları anlamıyoruz o halde en akıllıca hareket konuşmamak ve yeni bir iletişim sistemi bulmaktır. Sessizliğin dili…
13. Susmak da bir iletişim çeşididir. Susmak için önce konuşmanın anlamsızlığının farkına varmak gerekir. Konuşmanın bir varlık iddiası, kendini başkaları üzerinden ifade etmenin bir aracı olduğu ve kimsenin bir başkasını dinlemek gibi bir derdi olmadığı anlaşıldığında ortaya çıkan bir konuşma biçimidir susmak.
14. Hz. İsa’ya (a.s.) “Bizi öyle bir amel söyle ki onunla amel edince cennete girelim” denildiğinde şöyle cevap vermiş: “Hiç konuşmayınız.”
15. Sükût dilin iffetidir.
Sulhi Ceylan
4 Yorum