Dilin Cirmi Küçük, Cürmü Büyüktür!

Galat-ı Meşru veya Uygun Yanlış

Galat-ı meşruyu daha sade bir şekilde “uygun yanlış” olarak adlandırabiliriz. Yabancı dillerden Türkçeye geçen kelimelerin, Türkçenin telaffuz ve imlâsına uygun hâle getirilmesi eski müellifler tarafından galat-ı meşhur olarak adlandırılsa da, kanaatimce galat-ı meşrudur. Bir darb-ı meselde “Galat-ı meşhur zamanla galat-ı meşru olur” denilmiştir. Bazı yabancı kökenli kelimelerin, Türkçeye geçtiklerinde asıl manaları dışında yeni manalar kazanmasını da galat-ı meşru olarak görüyorum. Bu durum kaynak dile göre bakıldığında yanlış, hedef dile göre bakıldığında uygundur. Çünkü her dilin fonetik, morfolojik ve semantik yapısı farklıdır. Dolayısıyla yabancı bir kelimenin, girdiği yeni dilin tabiatına uygun bir hâl alması, galat-ı meşrudur, yani uygun yanlış. Uygundur zira her dilin kendine has bir tabiatı olduğundan kelimelerin bu türden değişim ve dönüşümlere uğraması tabiidir. Böylece dilin, bir yandan yabancı dillerden aldığı kelimelerle zenginleşmesi, bir yandan da “uygun yanlış” yoluyla kendi tabiatını koruması mümkün hâle gelir.

Arapçada “muarreb” terimi, yabancı kökenli kelimelerin Arapçalaştırılmasını ifade etmek için kullanılır; bu dönüştürme işlemiyle kelimeler Arapçanın fonetik ve morfolojik yapısına uygun hâle getirilir. Mesela Farsça asıllı “endaze” kelimesi Arapçaya “hendese” şeklinde dönüşerek geçmiştir. Biz bu aynı kelimenin iki farklı şeklini de Türkçeye dâhil ederek “endaze = ölçü” ve “hendese = geometri” karşılığında asırlarca kullanmışız. Mühendis kelimesi hendeseden türemiştir. Latince asıllı bazı kelimelerin de İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca gibi dillerde farklı bir şekilde imla ve telaffuz edildiği görülür. Bu her dil için böyledir. Bu yüzden yabancı kökenli her kelime Türkçenin rengine ve ahengine bürünmeli, üzerindeki yabancılığı atarak dilimize öyle mâl olmalıdır.

Türkçe tarih boyunca bu anlayışla yabancı dillerden pek çok kelime almıştır. Mesela Yunancadan aldığımız “efendi” kelimesinin aslı “authentes” ve telaffuzu “afendis” şeklinde iken biz bu kelimeyi Türkçenin rengine ve ahengine bürüyerek kendimizin kılmışız, Resul-u Ekrem Efendimizi zikrederken bu kelimeyi kullanmakta hiçbir beis görmüyoruz, “efendi” işte bu kadar bizim. Sancak ve bayrak direği anlamındaki “gönder” kelimesi de Yunanca kökenli “kontarion” kelimesine dayanıyor; mızrak manasında bir kelime, “kenteo = saplamak” fiilinden türemiş. Bizdeki sancak kelimesi de aynı fiilden (sançmak = saplamak) türemiştir. Farsça nerduban olan kelime Türkçede merdiven’e, çar-şenbih çarşamba’ya, pîşîn peşin’e; Arapça aslı ehali olan kelime Türkçede ahali’ye, kindîl kandil’e, menâre, minare’ye dönüşmüştür. Anlam bakımından dönüşen kelimeler de vardır. Farsçada “zaman, vakit” anlamındaki rüzgâr kelimesi, Türkçede daha ziyade “yel” anlamında kullanılır. Arapçada “yazıhane, büro” anlamındaki mektep kelimesi, Türkçemizde “okul” manasında kullanılarak yeni bir manayı ihtiva eder duruma gelmiştir. Arapça âfet ve Farsça can kelimeleri ile âfet-i can şeklinde oluşturulan terkip zamanla “afacan” hâline bürünerek üzerindeki yabancılıktan büsbütün sıyrılmıştır. Can yakıcı anlamındaki afet-i can tabirini eskiler sevgiliye hitaben kullanırken, biz afacan’ı yaramaz, haylaz çocuklar için kullanmaktayız. Bunlara benzer yüzlerce örnek gösterilebilir.

Son yıllarda Türkçeye giren özellikle İngilizce asıllı kelimelerde bu duruma hiç hassasiyet gösterilmiyor. Mesela light, video, body guard, full, center, selfie, date vb. pek çok kelime Türkçeye hiçbir imla değişimine uğramadan girmekte. Üstelik bu kelimeler zamanla deyimlerde yer alıyor ki yabancı kelimelerin deyimlere girmesi kalıcı olmalarını sağlar. Atalarımız aldıkları kelimeleri Türkçenin rengine boyarken biz değişim ve dönüşüme uğratmadan dilimize aktarıyoruz. Bu yanlıştır. Küreselleşmenin hızla sürdüğü bir devirde dünyanın en geçerli dili konumundaki İngilizceden başka kelimeler alma ihtimalimiz de var. Batılılaşma sürecinin başlamasıyla Fransızcadan pek çok kelime alınmıştı fakat bunlar zamanla Türkçenin bünyesine uygun hâle getirilmişti: Action = aksiyon, toilette = tuvalet, mecanisme = mekanizma ve sair misallerde görüldüğü gibi. Bugün de yapmamız gereken “uygun yanlış” rehberliğinde hareket ederek alacağımız yabancı kelimelere kendi hançeremizin ve imlamızın damgasını vurmaktır.

Galat-ı Meşhur veya Yaygın Yanlış

Galat-ı meşhur daha çok deyim ve atasözlerinde görülür. Birden fazla kelimeden oluşan bu söz öbekleri, halk arasında yanlış bir şekilde yaygınlık kazanarak kullanılır ve şifahî kültürün aslî unsurları olarak varlıklarını sürdürürler. Bu yanlışın önünü alabilmek, halkın ağzına ket vurabilmek mümkün değildir. Öyle ki bu imkânsızlığı ifade etmek için “Galat-ı meşhur lügat-ı fasihadan evladır” denilmiştir. Galat-ı meşhur kısaca, doğru bilinen yanlış olarak tanımlanır. Bir yanlışın yaygınlaşarak doğru olanın yerini alması durumudur. Birkaç yaygın yanlış örneği:

Hatasıyla Sevabıyla (Savabıyla): Bu tabirin doğrusu, “hatasıyla savabıyla” şeklindedir. Hayırlı iş anlamındaki “sevab” ile doğru anlamındaki “savab” kelimeleri değişmiştir. Sevab kelimesi peltek s ile yazılırken savab kelimesi sad harfi ile yazılır. Hatasıyla savabıyla, yani, yanlışıyla doğrusuyla… Harf değişikliğinden kaynaklı bir yaygın yanlış olduğu açıktır. Zira peltek s ile sad harfi arasındaki farkı mevcut latin alfabesiyle gö(ste)rebilmek mümkün değildir.

Tepesi (Tıpası) Atmak: Bu deyimin doğrusu “tıpası atmak” şeklindedir. Bazen “tapası atmak” şeklinde imla edilebilir; Barbaros Hayreddin Paşa’nın Gazavatname’sinde bu şekilde imla edildiğini hatırlıyorum. Tıpa ile tapa aynı kelime, ikisi de İtalyanca tappo kelimesinin farklı telaffuzları. Türkçesi tıkaç’tır. Şişe gibi dar ağızlı şeyleri kapatmak için kullanılır. Tıpa, şişenin tepesinde yer aldığından ve bu iki kelimenin sesleri birbirine yakın olduğundan tıpa ile tepe yer değiştirmiş belli ki. Tepesi atmak, öfkeyle dolup patlamaktır: Dolmuş ve basınç uygulanan bir şişeden tıpanın fırlaması gibi, öfkeyi kontrol eden aklın baştan (tepeden) fırlayıp çıkması, yani kontrolsüz öfkenin tezahür etmesidir. Ayrıca bu deyim “tepesinin tası atmak” şeklinde de söylenmektedir. Buradaki tas, kafatasından mülhem olsa gerektir.

Söz Uçar Yazı Kalır: Latince aslı “scripta manent, verba volant” olan, “söz uçar yazı kalır” vecizesi, yazının lehine söylenmiş gibi anlaşılır, yazının kalıcı olması övülüyor sanılır. Hâlbuki burada övgü söze yöneliktir, yazıya değil: Sözün canlılığı, yayılma hızı, insanlar üzerindeki kuvvetli tesiri vurgulanmak istenmiştir. Bu söz şifahî kültürün üstün kabul edildiği klasik döneme aittir. Zamanla bu anlam aşınmış, yazının sözden üstün olduğu ifade ediliyor sanılmıştır. Bunun sebebi, yazılı kültürün modern dönemde şifahi kültürü yerinden alaşağı etmesidir. Tarihî gelişmeler ve aktüel şartlar söze yeni anlamlar kazandırır, bazen yeni anlam eskisinin tam zıddı bile olabilir, bu misalde görüldüğü gibi.

Ana (Ane) Gibi Yar, Bağdat Gibi Diyar Olmaz: Buradaki ana kelimesi, aslında Ane’dir, yar kelimesi ise uçurum anlamındadır. Ane, Bağdat yakınlarındaki bir uçurumun adıdır. Ane ve yar kelimeleri yanlış anlaşıldığından, söz, aslı ile alakasız bir anlama bürünmüştür.

Ateş Olsa Cürmü (Cirmi) Kadar Yer Yakmak: Bu sözde cirim kelimesinin yerini cürüm almış. Cirim kelimesi cisim, hacim ve büyüklük anlamındadır. Kelime değişse de kast edilen mana sabittir. Ateşinle ancak kendi cismin kadar yeri yakabilirsin, vereceğin zarar en fazla cisminin büyüklüğü kadar olabilir, denilmektedir.

Bunların yanında bir de galat-ı fahiş vardır ki “büyük yanlış” denilmek suretiyle daha anlaşılır hâle getirilebilir. Bu yanlışlar anlam ve mantık yanlışlarıdır, mesela “de” bağlacının yerli yerinde kullanılmaması büyük yanlıştır çünkü anlamı etkiler. Bir başka örnek olarak “teşbihte hata olmaz” sözünü/kaidesini zikredebiliriz. Bu söz genelde yanlış anlaşılır. Esasen, “teşbihte hata yapılmamalıdır, teşbih hata kaldırmaz” anlamındadır. Bir söz sanatı olan teşbih rastgele kullanılamaz. Benzeyen ile benzetilen arasındaki ilgi ve bağın doğru kurulması, neyin neye ve kimin kime benzetildiğine dikkat edilmesi gerekir. Bugün teşbihte hata olmaz sözü, “teşbihin her türlüsü mazur görülebilir” anlamında kullanılıyor. Bu büyük yanlıştır. Çünkü insanlar bu vesileyle birçok mantık hatasına düşebiliyor, olur olmaz sözler söyleyebiliyorlar.

Sonuç olarak galat yaşayan bir dilin olmazsa olmazıdır. Bir dilde galat varsa hayat da vardır. O dil işleniyor ve yaşıyor demektir. Dolayısıyla yaygın yanlışların (galat-ı meşhur) önünü alabilmek mümkün değildir. Yabancı kökenli kelimeleri Türkçeye aktarırken uygun yanlış (galat-ı meşru) rehberliğinde hareket etmemiz, dilimizin tabiatını korumamız gerekir. Mantık ve anlam yanlışlarına sebebiyet veren büyük yanlışlara ise düşmemeliyiz. Dilin cirmi küçük, cürmü büyüktür.

Feyyaz Kandemir

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • bashi-bazouk , 20/12/2023

    teşekkür ederiz sayenizde teşbihte hata olabileceğini öğrenmiş olduk.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir