Dikkat! Âşık Olabilirim!

 

Soğuktan kızarmış parmaklarımla yazıyorum bu yazıyı. Sevgili edebifikirin eylemini gerçekleştirmek için –tamam, itiraf ediyorum, biraz nefes alabilmek için- sokaklara attım kendimi. Şimdi fark ettim ki denizi olmayan şehirlerin sokakları da kesmiyor insanı. Böyle diyerek İstanbul’a haksızlık ettiğimi düşünüyorum biraz. İstanbul’dan başka, denizi olan bir şehirde yaşamadım hiç; ama İstanbul haricinde hiçbir şehrin sokakları ruhumuzun dilinden anlamaz gibi geliyor.

Koridorda yürürken bu saatte tek başıma dışarı çıkmaya korktuğumu hissettim. Uzun zamandır okula gitmek için, dolayısıyla gündüz vakitlerinde ve sadece arkadaşlarla dışarı çıktığımdan sebep, kalabalığa karışmaktan mı korkuyorum diye şizofren bir ürpertiye kapıldım. Hâlbuki buraya geldiğimiz ilk zamanlarda yüzlerce kez ne yaparsanız yapın tek çıkmayın  dediklerinden kaynaklandığını anladım bu ürpertinin ve kendime çok sert, aynı zamanda alaycı bir bakış attım.

Otelin kapısından çıkarken rüzgâr, saçaktan bir tutam kar düşürdü önüme. Ölümüm başıma bir tutam kar düşmesiyle olsa diye düşündüm bir an. Çocukken şehit olsam diye hayal ederdim. Şimdi okul haricinde bütün vaktimi geçirdiğim yatakta ölmek daha tatlı geliyor. Mesela uyusam diyorum, uyandığımda ölmüş olsam. Yani zaten uyuyunca ruh çıkıp gezer diyorlar, en azından geri dönmese de bir kez daha uyumak zorunda kalmasam. Ama en güzeli derste uyumak. Zaten burada dersler çok uzun olduğu için sıkıcı, aslında dersler kısa olsa da sıkıcıdır.

Çıkmadan önce, annemin hatırına ellerime sürdüğüm nemlendirici kremin ve babamın ‘orda çok ihtiyacın olur’ diyerek her zamanki babacan tavrıyla aldığı yün eldivenlerin verdiği rahatlıkla ellerimi ceplerime koymadım, istemsiz arkadan bağladım ve başım önümde yürümeye başladım. Önümde bembeyaz, uzun bir patika vardı. Ne düşündüğümü hatırlamıyorum. Enes’in, keşke gözlerimiz de fotoğraf makinesi gibi gördüğünü kaydedebilseydi, ne enstantaneler yakalardık dediğini hatırladım şimdi. Beynimizin tam olarak neresiyle düşündüğümüzü bilmiyorum ama keşke oradan geçen bütün düşünceleri kaydedebilseydik. Albert Camus’un bir romanındaki karakter kitap yazmaya çalışıyor ve bir türlü başlayamıyor. ‘Düşündüklerimi anlatabilmek için neler feda etmezdim’ diyor karakterinin diliyle Camus. Çok saçma olabilir ama kaydedebilseydik, belki, en azından fırtına sonrası sessizlikte bir sıraya koyabilirdik düşüncelerimizi ve belki bir nebze anlatabilirdik.

Bir ara başımı istemsiz kaldırdım ve çok yakınımda, adamın birinin bana doğru koştuğunu gördüm. Sebepsiz irkildim birden. Yanımdan geçerken rüzgâr sol yanağıma sağlam bir tokat attı. Bu şoku atlattıktan sonra önüme baktım, yaya geçidine kadar gelmiştim. Karşıya geçip geri dönmeyi düşündüm bir an. Yolun devam eden kısmı çok karanlıktı. Aslında tam zamanıydı galiba. Kendimi cezalandırmak için yeterince ıssız olan bu yolu seçtim ve devam ettim. Birazdan iki kişinin yanından geçerken yine ürktüm. Evet, burada yabancıydım ve birazdan, henüz bilmediğim bir dilde tehdit edebilirlerdi beni. Ne dediklerini anlamadan, çıkarken ne olur ne olmaz diyerek yanıma aldığım yüz rubleyi çıkarır verirdim en fazla. Ama asıl korkum bu değildi. İnsanlarla karşılaşmak, korkmak için yeterli bir sebepti galiba.

Bayadır yürüyordum. Geri dönmeyi düşündüm; ama otele vardığımda sıkıntımın geçmemiş olabileceği ihtimaliyle devam etmeye karar verdim. Son zamanlarda verdiğim milyonlarca karar içinden uyduğum tek karardı bu. İstemsiz, hayatın yol ayrımlarından ibaret olduğunu düşündüğüm için iğrendim kendimden ve geri döndüm. Yine arkamdan biri koşarak geldi ve yine kalıplı iki kişinin yanından geçtim. Bu böyle olmayacak dedim. Müsait bir zamanda kimse bana karışmasa da yeterince kalabalık ve cüsseli bir gruba sataşıp ağız burun dayak yemeliyim. Az ilerden gelen kızı görünce bu düşünce uçtu hemen aklımdan. O kıza âşık olmak istedim. Aslında yıllardır hemen hemen bütün kızlara âşık olmak istiyorum. Bir yandan da olmamak için –gururla söylüyorum- elimden gelen bütün çabayı gösteriyorum. En çok da Sulhi Abi’nin aşk ve kadınlar hakkındaki müthiş tespitleri yardımcı oluyor bu zamanlarda. Ancak en nihayetinde tanımadığım bir şeyden bahsediyorum ve ruhlarımız tanımadığı şeyleri çok istiyor. Oysa tanıdıktan sonra her şey gibi eksik olduğunu anlıyoruz ve aradığımızın bunda da olmadığını fark edince vazgeçiyoruz. Öyleyse, daha kendi nazımı çekemezken bir başkasının nazını çekmeye ne gerek var? Yazının tam burasında ruh, hayat, anlam, sorular, cevaplar ve uyku ilacına muhtaç eden tüm o şeyler hakkında tespitler yazma fikri rahatsız etti beni. Yazıya başlarken hiçbir şeyi düzeltmeye uğraşmadan ne varsa yazacağım diyerek kendime söz verdiğim için önceki iki cümleyi silemiyorum, sıkıldıysanız geri dönün ve o cümleleri atlayarak bir kez daha okuyun lütfen.

Yeri gelmişken Sulhi Abi, ben hiç âşık olamadım, bunun için ayrıca yanar mıyım? Sadece kadınlara âşık olunmaz demiştin ya, o yüzden şey ettim… Neyse boş ver.

Laf arasında arkadaşlarımın bu konudaki hassasiyetlerine ve bu dertle(?) ilgili çözüm önerilerine değinmek istiyorum. Aydoğan K, adını şu an hatırlayamadığım fakat Sulhi Ceylan’la bir gününü anlattığı yazısında “Sulhi namaz kılmaya gitti, ben de kız arkadaşımı aradım.” demişti. Bir arkadaşım heyecanla yazıyı facebook duvarımda paylaşıp “İbrahim, Aydoğan K ’nın bile kız arkadaşı var, artık intihar etmelisin!” diyerek not düşmüştü. Vaziyet budur.

Son olarak aşktan bu kadar kaçan bir insanın aşka aslında ne kadar yakın(!) olduğundan kısaca bahsetmek istiyorum. Benim gibileri, kesinlikle Elif Şafak okumazlar ve okuyanlara da iyi gözle bakmazlar. Otobüste, markette, trende, yolda yürürken ve kısacası insan içine çıktığı her yerde âşık olabilirler.-Belki de  ‘Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular’ dediği için tüm şairlerden biraz daha yakın hissediyorum kendime Attila İlhan’ı.- En çok da asâletleri etkiler onları, âşık olduklarının. Güzellik ikinci planda kalır ve asil kadınlar âşık olmayı en çok hak edenlerdir. Tüm bunlardan sonra,  biraz da haddimi aşarak, arkadaşımın yazısından bir cümleyi kendime ithaf etmek istiyorum.

Sahi ülkem, sen küçükken aşk aşısı mı oldun?”

Evet, bunu kesinlikle sormalıyım anneme, küçükken kızamık niyetine?

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir