Eğer şimdi ben“insan” diyorsam, düşünen bir varlıktan bahsediyorum demektir. Böyledir, çünkü düşünme yetisi ile insan diğer varlıklardan ayrılır ve eşrefi mahlûkat olmanın hakkını verebilir. İnsanın bilenenden bilinmeye doğru olan koşusu düşünme ile sonuçlanır.
***
Oruç kendini tutmakla, uzak durmakla ilgili bir amel. Zaten orucun Arapçası olan “savm” bir şeye karşı kendini tutmak anlamına geliyor. İbn Arabî hazretleri oruç hakkında şöyle der: “Oruç, insanın yemekten, içmekten cinsel ilişkiden ve dedikodudan uzak durmasını sağlayan ‘samedâni (hiçbir şeye muhtaç olmamak)’ bir niteliktir.” Samedâniyet Allah’a ait bir sıfat olup hiçbir şeye muhtaç olmamayı ifade eder. İşte kul oruç tutarak yeme, içme ve cinsel ilişkiden kendini tutar ve adeta bunlara ihtiyacım yok der. Bu sebeple kul izafi olarak olsa da Samedâniyet ile sıfatlanmış olur.
Ayrıca İbn Arabî orucu bir şey yapmamak olarak açıklar. Yani oruç her hangi bir şey yapmayarak yapılan bir ameldir. Çünkü özünde terk vardır. Burası önemli…
***
Dünya hayatı başlıbaşına bir oruçtur. Doğumu iftar ve ölümü sahur olan tek günlük bir oruç. İnsan; doğum iftarıyla bir benlik olduğu algısına kapılır. Tâ ki bu algı Azrail’in ruhunu alması olan sahur ile bozulur. İşte kul bu zahiri iftar ve sahur arasında bâtınî olarak orucunu açabilir. Ölmeden önce ölmek dediğimiz hal aslında doğumla başlayan orucun zahiri olarak ölmeden önce açılmasıdır ki meyvesi: Fenafillah’tır.
Oruç insanın kendini tutmasıdır. Ben’ini tutmasıdır. Ben’ini tutup vahdet deryasında boğmasıdır. Vahdet deryası gerçek iftardır. İçmeyenlere aşk olsun.
***
Tasavvuf zahirle bâtının içiçeliğidir. Veliler Allah Teâlâ’nın emirlerine sıkı sıkı sarılmaları sonucu yaptıkları amellerde derinleşmişler ve tuttukları oruca yeni açılımlar kazandırmışlardır. Mesela bedenin orucunun yeme içme ve cinsel ilişkiden kesilmesi iken, kalbin orucu ise Allah’ı tefekkür etmektir. Bu sebeple masiva dediğimiz Allah’tan gayrı şeylerin kalpte yer etmesi bedenin orucunu bozmasa bile ise kalbin orucunu bozar.
***
İsmail Ankaravî hazretleri, orucun ve açlığın sırrı nedir, neden oruca bu kadar önem veriyorsunuz sorusunu Minhâcu’l Fukarâ kitabında şöyle cevaplar: “Açlıktan murad, maksat, şuhûdiyetin (Hak’kı Hak ile görme) çoğalması ve nefsin ezilmesinin sağlanmasıdır. Mide acıktığı zaman insanın cismi ruhanileşir, hikmetine binaen insanın ruhen sâlim olması ve yapmış olduğu ibadet ve taatlerinde tembellikten arınmış olarak uyanık bir vaziyette olmasıdır.”
***
O halde neden çekineyim işte söylüyorum; gerçek iftar kulun Allah’a vasıl olduğu yani kavuştuğu andaki iftardır. İşte oruç zamandan ve mekândan münezzeh olan Allah’ı görmek ve halkı görmemektir. Tüm adetleri ve önyargıları açlık kılıcıyla kesen kişi en son bu kılıçla kendi ben’ini de kurban eder ki bu kurban oruçlu kişinin zekâtıdır.
***
Eğer şimdi ben “insan” diyorsam kendini tutabilen bir varlıktan bahsediyorum demektir. Böyledir, çünkü kendini tutabilme gücü ile insan diğer varlıklardan ayrılır ve eşrefi mahlûkat olmanın hakkını verebilir. İnsanın iftardan sahura doğru olan hayat koşusu visal yani kavuşma ile sonuçlanır.
Sulhi Ceylan