Çölde Yön Arayan Gemi

 

Geçen gün, oldukça popüler bir dizinin orta yerinde söylenen bir sözle donakaldım: “İnsan bilmediği bir şeyin hayatında nasıl bir boşluk yarattığını da bilmiyor.” Tarif edemediğimiz eksikliğin bu olduğunu fark ettim bir an.

Şimdi düşünün ki; bir okyanusun ortasında bir kayıktasınız. Her yönde ufukta adacıklar görünüyor. Olduğunuz yerde olma sebebinizi bilmemekle beraber, hangi adaya gideceğinizi de bilmiyorsunuz. Herkes gibi hatta kâinatta mevcut bulunan her zerre gibi ulaşmayı hayal ettiğiniz bir sonuç var; fakat ona ulaşmak için hangi yolu izlemeniz gerektiğini bilmiyorsunuz. Dahası var olan cevaplar yetersiz kalıyor.Asıl soru ise ‘niçin’ oraya varmanız gerektiği. Ve ne yazık ki; hayatınızdaki en büyük eksiklik bu sorunun cevabı. Kaçınılmaz olarak, hayatınızdaki bütün düzensizliklerin, karşı koyamadığınız sürüklenmelerin ve hiçbir şeyi düzeltmeye gücünüzün yetmeyeceğini sürekli fısıldayan anlamsız yorgunluğunuzun sebebi de aynı cevabın eksikliği. Çünkü yukarıdaki alıntıda kastedildiği üzere ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyin eksikliğinin hayatımızda nasıl bir boşluk yarattığını da bilmiyoruz ve bunu anlamlandıramıyoruz. Bu yüzden nasıl düzelteceğimizi de bilmiyoruz.

Bu eksikliği fark edip ne olduğunu anlayamayınca, bizim eksikliğini hissettiğimiz varlıklara sahip olanlara bakar ve boşluğumuzu bu şekilde anlamaya çalışırız. Anne, baba, çocuk, eğitim, para veya hayatın anlamı… Hepsi karakter yapımıza göre birer örnek teşkil edebilir. Onlara sahip olan insanlara veya herhangi bir varlığa bakıp boşluğumuzu acılarla veya cevaplarla doldurmaya çalışırız. Ancak bu da yeterli olmaz. Her varlık kendi cevabını bulmak zorundadır!

Tüm bu anlaşılmazlara rağmen en küçük bir cevap bile tükenmek bilmez bir güç ve azimle bizi hayal ettiğimiz sona doğru kürek çekmeye itecektir. Fakat cevap yok!  Bu durumda ne yapardınız? Her adaya tek tek uğrayıp aradığınız şeyin ve ona ulaşma sebebinizin orda olup olmadığını mı kontrol ederdiniz?  Herhangi birini seçtikten sonra orada karşılaştıklarınızı ‘bu benim kaderimdir’ diyerek kabullenir ve ölene dek orada mı yaşardınız? Olduğunuz yerde her biri hakkında derin bilgi toplayıp, onlardan hangisine gideceğinize mi karar verirdiniz? Ya da hiçbir şey yapmadan olduğunuz yerde mi beklerdiniz?

İzafiyet teorisini bilirsiniz. Bir peçetenin herhangi bir köşesini karşı uçtaki köşeye normal mesafeyi alarak götürmektense, peçeteyi aynı köşeden itibaren rulo şeklinde katlayarak istenen köşeye götürmek örneğiyle basitçe tanımlanır. Bu teoride peçeteden maksat zamandır. Ve zamanda yolculuk yaparken başlangıç noktası seçtiğimiz nokta, istediğimiz zamana gidene kadar iç içe halkalar gibi birçok farklı zamanla çakışır. İşte yukarıdaki paragrafta geçen bütün sorular bu örneğe benzer.  Baz aldığımız zaman bizim için niçin sorusudur. Ve istediğimiz noktaya gelene kadar kendi içinde paradoksa doğru giden bir karmaşayla birçok soruyla çakışır. Olay bu kadar karmaşık görünse de aslında her sorunun cevabı başlangıç noktasındaki sorumuzda gizlidir. Ve bu cevap bulunduktan sonra bütün sorular anahtarları üzerinde hazır bulunan kapılara benzer. Yalnız tam da burada sorun ya da dert diye nitelendirdiğimiz şeyler hakkında, vaktiyle popüler olan yabancı bir diziden alıntı yapmadan geçemeyeceğim: “Şu an olduğum yere ulaşmak için o dertlere ihtiyacım vardı.” Bunu da kurmayı ümit ettiğimiz cümleler arasına not edebilirsiniz. Çünkü bu cümleyi kurduğumuz zaman, olmayı hayal ettiğimiz yerde olacağız.

Buraya kadar geldikten sonra işin normaline uygun olarak bir cevap vermem ve askeri strateji derslerinde klik diye tabir edilen o kilit noktaya çözüm önerisi sunmam beklenebilir. Ancak şu da muhakkak ki; cevabı bulmuş olsaydım bu yazıyı yazmayacaktım. Öyleyse bilenler sessizce parmak kaldırsın lütfen: Niçin?

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir