“Yazı yazmak için insana gerekli olan en elzem şey nedir?” diye sorsam herkesin vereceği cevabın farklı olduğunu biliyorum. Her yazar, yazı yazmak için farklı ortamlar ya da durumlar ister diye düşünürüz. Bu durumun gerçeği yansıtıp yansıtmadığını henüz çözebilmiş değilim. Öncelikli olarak iyi eğitim almak, yüksek bir kültüre, entelektüel birikime sahip olmak yazı yazmak için kaçınılmaz gereksinimler değildir. En azından doğu toplumlarında, İslâm dünyasında bu böyledir. Aksi olsa Lâdikli Ahmet Ağa’nın ya da Salih Baba’nın nasıl yazdığını açıklayamayız. Bana kalırsa yazı için en önemli şey müthiş bir gönül zenginliğidir. Batı dünyasındaki değerler farklıdır, o yüzden onları ayrı değerlendirmek lâzım. Ancak ümmi olmakla cahil olmanın aynı şey olmadığını şimdi bir kenara not alalım ki, sonradan yeri geldikçe kullanırız.
Eğer şunu düşünüyorsak yanılıyoruz: Yazar dediğin adam sadece yazı işiyle uğraşır, başka hiçbir şey onun mesaisi olamaz. Buradaki kasıt da ana iştir, esas uğraş alanıdır. Ama yine de yanlış bir kanıdır. Yazarın esas işi her ne ise bunun dışında da başka bir meşgalesi olabilir. Hatta yazarın ana işi yazarlıktan başka bir meslek bile olabilir.
***
Yazı, zenginlerin yapıp fakirlerin okuduğu bir uğraş alanı değildir. Batı dünyasında Kilise için okumak bir ayrıcalıktı ve soylularla rahipler bu ayrıcalığı ellerinde tutan iki gruptu. Ama bizim dünyamızda durum bunun tam tersineydi. 16. yüzyıl İngiltere’sinin büyük şairi William Shakespeare, dönemin en zengin tüccarlarından birisinin oğluydu. Doğuştan bahtlı olan bu adamın annesi de zengin toprak ağalarından birisinin kızıydı.
Zenginlik, insanı geçim sıkıntısı gibi bir sorunla boğuşma mecburiyetinden kurtarınca yazı yazmak kişi için zevkli bir uğraş olur. William Shakespeare de bu imkâna sonuna kadar sahipti. Yazı yazmak için istediği kadar zaman ayırabiliyor ve sanat camiasıyla içiçe bir hayat yaşıyordu. Daha 35 yaşlarındayken, o dönemin en büyük tiyatrolarından birisinin ortağıydı. Bu, şu demek oluyor ey okur; Shakespeare, senin, benim gibi yazı yazarak geçinmiyor hatta yazı yazarak kazandığı paradan daha fazlasını ticaretten kazanıyordu.
Shakespeare için en ilginç iddialardan bir tanesi de onun tefecilik yaptığıdır. “Büyük Yazarların Gizli Hayatları” kitabında Robert Schnakenberg bu iddiada bulunurken Shakespeare’inbabasının daha önce tefecilikten birkaç kez yargılandığını da bir kenara not alıyor. Babasına benzeyen oğul Shakespeare, meğerse kıtlık dönemlerinde tahıl ticareti ve tefecilik yapar, vergi kaçırırmış. Ama “Britanya adalarının yarısını mı verirsiniz yoksa Shakespeare’i mi?” sorusuna düşünmeden Britanya adaları diyen bir zihin yapısı, edebiyat dünyasına tartışılmaz bir isim kazandırmak için onun bu kötü yönlerini tarihten silmiş. Şimdi siz, kalkıp bu iddiaları tekrar gündeme getirecek olsanız, bunların meşhur bir tarihî yalan olduğundan başlayan ve Shakespeare’in nasıl büyük bir şair olduğuna kadar varan uzun konferanslar, nutuklar dinlersiniz.
Neticede Shakespeare, hayatın kendisine sağladığı imkânları sonuna kadar kullanmış bir isimdir. Geçim sıkıntısı nedir bilmeyen, köylülerin ve alt sınıfın, bırakın orta sınıfın dahi derdinden bihaber olan şair, hep yazmış, durmadan yazmış. Bazen durup düşünürüm “Acaba Shakespeare, Balzac gibi olsaydı, ne olurdu?” diye. Balzac, hayatı boyunca hep parasızlık çekmiş, hiçbir zaman yakasını borçtan kurtaramamış. Kendisini koruyup kollayacak zengin bir anne baba ve yüklü bir miras sahibi de değildi. Zengin bir hanımla tanışınca sorunlarını bir nebze de olsa hafifletme hülyasına kapılsa da, bu hülya kısa sürmüştü. Matbaaya olan borcu yüzünden her gün 20 bardak kahve içip günde 18 saat çalışarak yüzlerce sayfa yazmak zorunda kaldı. Ve ölene kadar da bu durum hiç değişmedi.
Birisi Kral Lear, diğeri ise Equene Grandet’i, Goriot Baba’yı yazmış. Maddî refah, yazı yazmakla çok ilgili değilse de Batı dünyasında işler bizdeki gibi yürümüyor. Tolstoy da benim gibi Shakespeare sevmeyenlerdenmiş. Bunu da kısa bir zaman önce öğrendim. Gerçi ben, edebiyat dünyasına tartışılmaz bir otorite gibi sokulmasından rahatsız olduğum için sevmiyordum sâbık şairi. Tolstoy’un sevmeme nedeni ise tamamen teknik konular. Dört dil bilen ve edebiyat üzerine yazdığı fikrî yazılarla da kaleminin gücünü ispat eden bu kabına sığmaz Rus, eğer yanlış hatırlamıyorsam Shakespeare’in eserlerinin teknik olarak zayıf ve bazı noktalarda da aşırma olduğunu söylüyordu. Şimdi sizler bana bu iddialar için delil sorabilirsiniz. Tolstoy, Shakespeare eleştirilerini bir risalede toplamış, hatta bunu da yayımlamış ancak bu risale Türkçeye çevrilmemiş. İngilizleri çok kızdıran bu eserin akıbetini ben de merak ediyorum doğrusu. Tolstoy için Shakespeare ve eserleri “şişirilmiş birer balon”dur. Tolstoy, yaşadığı dönemde tartışılmaz bir isimdi. Edebiyat dünyasında onun için yapılan övgüler hiç de az değildi. Hem de Tolstoy’un tüm eleştirilerine rağmen oluyordu bunlar. Onun bu yönlerini bilince Shakespeare için söylediklerini de hoş görebiliriz. Hatta Shakespeare’ihaklı çıkarmak için Tolstoy’un her zaman böyle şeyler yaptığını, kolay kolay kimseyi beğenmediğini de söyleyebiliriz. Ama ben yine de Tolstoy’un boş atıp dolu tutturmaya çalışan bir adam olduğuna inanmıyorum. O yüzden eleştirilerine kulak vermenin gerekli olduğunu düşünüyorum.
Davut Bayraklı