Bilgelik adını verdiğimiz noktaya ulaşmak için kişinin hatırı sayılır bir bilgilenme ve tecrübe kazanma mesafesi katedeceğini anlamak kolay. Onun kadar kolay anlaşılmayan husus bilgeliğin karmaşık bilgi ve tecrübelerin üstesinden gelmede, onların şampiyonu olmada değil de, bütün o karmaşıklığın hangi sadeliğe dönüştüğünü görmede yattığıdır. Sadelik ve yalınlık nerede yoksunluğun, yetersizliğin, gelişmemişliğin göstergesidir ve nerede bir derinliği yahut yüceliği işaret etmektedir; işte bizim bu farka ulaşabilmemizin sırrı bilgelikte yatar. Sadelikle bilgeliği yan yana getirdiğimiz zaman bir insan topluluğunda bilgece tavırlara o topluluğun gösterişli bir hayatı sürdürebilecek kadar varlıklı olan kesiminde değil de, kısıtlı imkânlarla yaşamak zorunda bırakılan alçakgönüllü çoğunluk kesiminde rastlanabileceği akla gelebilir. Böylece bir halk bilgeliğinde sözetmek mümkün olur. Yakın çağlarda demokrasiye güç kazandırmak isteyen insanlar halkta bir bilgelik arayıp bulmaya ve giderek halkın bilgeliğine başvurmaya yatkındılar. Zaman zaman bu yatkınlıklarına deliller de bulabildiler halkın dili içinde. Ne var ki halka bilgelik affetmek vahim bir yanılgı idi.
Gerçekte halkın dilindeki bilgelik parıltıları bir kalıntıdan ibaretti ve hakiki bilgelerin vargılarına çalkap temas etmenin içi boş görüntüsüydü yaknızca. Meselâ, “can borcu” diyordu halk; “Allah’a bir can borcum var” diyordu. Bu bilgece söylemin halktan kişilerin şahsında anlam kazandığı görülebilseydi, Müslümanların yaşadıkları toprakların küfrün tasalltundan kurtulması çok zaman almazdı. Çünkü böyle bir anlayışa varmış çok sayıda insan dünyevî kazanç vaadleriyle sevkedilmez halde olurlardı. Açıkcası, soylu bir sadelik içinde hayatın anlamını bilinçle kavrayacak bir alanı muhafaza etmek işten bile değildi.
Ama hiç de öyle olmadı ve olması da muhaldi. Henüz bilgelik katına ulaşmamış insanlar için bir can taşımak savunulacak ve hakkı verilecek bir değeri elde bulundurmak demektir. Ödünç alınmış ve dolayısıyla vakfedilmedikçe değer kazanması imkânsız bir hayata sahip olduğunun bilinci yalnızca bilge kişiler mahsustur. Bu kişiler de dünyayı kendi canlarının istediği yönde dönüştürmek için değil, taşımak yükümlülüğü altına girdikleri canın başka canlara zarar vermeksizin zarar görmemesi rikkatiyle hareket ederler. Bu rikkat sebebiyle maktul oldukları da vâkidir.
Halkın hareketi ise bütün canlıların hareketiyle benzeşir. Önce yaşamak, der halk ve bunu der demez bilgelik yolundan sapar. Çünkü bilgelik yolunda karar kılmak borç alınan hayatın bağımsızlığını korumakla gerçekleşmez. Hayat ödünçse daha doğarken bağıyla doğmuş demektir. Bu bağı insandan gayrı yaratıklar bilinçle kavrayamaz. İnsanlar arasında da böyle bir bağdan haberdar olmakla kendini hakikî bir yörüngeye soktuğunu kabullenen, bu kabulden hoşnutluk duyan pek azdır. Yani diliyle Allah’a can borcum var diyen halk, çoğu kez ve çoğu yerde kalbiyle borcunu inkâr eder.
İsmet Özel
1 Yorum