Çağdaş Ürpertilerle Leyla’ya Yazılmış Mektup

 

Sevgilim, sana başta söylemek istiyorum ki ben bir Eisenstein değilim. Benim karnemde pek beşler olmadığı gibi dörtler ve üçler de olmadı. Ama ben, hayata karşı durmakta hep pekiyi aldım. Hiçbir zaman ezber yapmamama karşın hayatın bana bütün aktardıklarını yüreğimle dizginledim. Ben hiçbir zaman poker masasında da görülmedim. Ne borsa, ne bir dış ticaret, ne de Uluslararası örgütlerle anlaşmalarım olmadı. Yalnız hayattan bazı alacaklarım vardı ve onları da sevdiklerimle tahsil ettim. Bu bağlamda korkmadığımı söylemek istiyorum. Tek kaybedebileceğimin belli bir kitap yığını ve bir dünya dolusu sevgi olması ürkütücü gözükebilir. Fakat onları da gönül tamlamalarımla zaman zaman guslediyorum. Yani korkmanı istemem.

Sevgilim, sana şimdi bunları söylemek istiyorum; Korkarım bir gün Başbakan çıkıp da öğrencilere hitaben; “Ekmek bulamıyorlarsa sigara ve çay içsinler.” diyebilir. O zaman bir sorun var demektir. Zührevi yıldızlar inebilir gökyüzünden. Artık bir ayaklanma vaktidir ve partizan buyruklu gençler olmalıdır başrollerde.

Ayaklanma demişsem irkilme öyle; bizim ayaklanmamız kendimizedir.

Burada açık yürekli olmak istiyorum. Hiçbir zaman süper lotolardan binalar dikmedim avuçlarıma. Hiçbir zaman dengemi bozacak silahlar da çekmedim. Ve üzerimden öyle geceler geçti ki, dedim; kaldırıversin bir melek bizi gecenin içerliliğinden. Fakat hiçbir melek dahi bu karanlık gergefi estiremedi başucumdan. Ben onun altına saklı, o benim yorganım misali münzevi. Çığlıklarımı bakire yalvaçlarda nasıl da tırmandırdım görmeliydin. Şimdi sıkı dur, yadırgayabilirsin; Ben hiçbir zaman içki de içmedim!

Sevgilim, ölü kentin adamları geldiler. Birtakım kredi kartları, banka hesap cüzdanları, çek ve senetler verdiler ellerime. Ben ise onları aldım ve hepsinin arkasına bir şiir yazdım. Zannetmiyorsam şöyle başlıyordular;Allah belasını versin bütün bunların… Oysa ben çağdaş diyaloglarla burada Tanrı da demedim. Benim neslim Asım’ın neslinden haberdardır. Fakat oto finansman kaynaklı sülalelerden gelen insanlar bana bir bankerin oğlu olmadıkça yeryüzünde ekmek tutamayacağımı söylediler. ‘Olsun’ dedim, ‘Çay var!

Oysa kitaplarda hep maddesel sıralamalar vardı. Bana dini maddeler halinde öğretmek istediler. Bana peygamberleri dahi maddeler halinde sıraladılar. Bana cenneti, cehennemi periyodik cetvellerle aktardılar. Ben bunların hiçbirisini almadım Sevgilim. Beni medrese ilmine tabi tutmayan bu eğitim sistemini kendi yüreğimde parçaladım. Erittim onları. Sonra düzenleyiverdim sevgi sembolleri olarak peygamberleri. Evvela sonu başa aldım. Hayatta sonun bir başlangıcı değil midir?

Sevgilim, bana lise yıllarında Sezai Karakoç’u anlatmayan edebiyat sistemini de benimsemedim.

Beni duyumsamana ihtiyacım var. Eğer bir gün olur da modern zamanın bileşik ekseninde televizyona yaslarsam başımı, bana teybimi ver, antika olsun birtakım şiirler dinleyeyim. Ama Tazeoğlu kokmasın onlar, Ersöz kokmasın. Çünkü ben aynı dolapta hem sebzeler hem de meyveler varsa sebzeleri tercih etmem. Edip Cansever isterim, Turgut Uyar mesela.

Demek istediğim şu ki, ben modern dünyanın çalkantılarında erimek istemiyorum. Uzaktan uzağa dokunmatik telefonlarla beni görüntülü olarak arama. Sahilin dinamik atmosferinde martılarla beraber bir bank eşiğine yüz sürelim. Kelimelerimiz kelimelerimize düşüversin. O an yayılsın gökyüzünün pürüzsüzlüğü yüzümüze. Demir alsın gemiler ve limanlarından kalkan bütün gemiler ilk olarak bizim simidimizi ve çayımızı tükettiğimiz yerlerden geçsin.

İşte…

Her şey fotoğraflarda kaldı, her şey fotoğraflarda. Hem bilirim; artık fotoğraf makinelerinin bile bin türlü zırdavatı var. Bluetooth’u mesela ya da makro çekimleri. Hem ister Hd çekeriz istersek de Standart Definiation…

Sevgilim, artık bu dünya hayatı siyah-beyaz olarak sinemalara yansımaz. Anlayacağın o ki kendimizi 3d sinemalardan izleriz.

Sinema bizim hayata bakan gözlerimiz, sinema bizim hayata bakan gözlerimiz…

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir