Ilık bir mevsimde doğmuş olmam belki de hayatımın geri kalanını birinci dereceden etkiledi. Gördüğüm ilk şey olarak büyük yeşil ağaçları hatırlıyorum. Pek çok gereksiz şey hatırladığım hayatımda bu hatıra benim için çok mühim. Gözlerim ilk olarak bir fabrika görebilirdi yahut göğe meydan okurcasına dikilmiş koca koca binalar. Ayaklarım ilk defa, öğretmen olan babamın kiraladığı geniş bahçeli evde toprağa değdi, büyük caddelerin pis sokak aralarında değil. Ayaklarım kirlenmeyi ve sokakta yürümeyi sonradan öğrendi. Evimizin duvar dibinde, önceden yapılmış oluklardan akan suyla oynayarak büyüdüm. Su ile toprağı karıştırarak oyunlar oynadık, şimdi ki çocuklar gibi bilgisayar başında, sanal bir dünyada değil toprağın içinde büyüdüm. Çocukluğum Tarzan misali ağaç dallarından atlayarak geçti. Bir gün ağaçtan düşüp ayağımı burktuğumda anamın bir daha ağaca çıkmayacaksın ikazı önüme konan ilk ketti. Ben bu engeli gizli gizli aştım. Dalından yediğim kirazın, vişnenin, şeftalinin haddi hesabı yoktur. O vakitler domates meyve mi yoksa sebze mi tartışması yoktu. Fidesinden koparıp yerken aklıma böyle bilimsel sorular gelmezdi. Koca koca adamların bu garip tartışması beni hiç alakadar etmezdi. Şu yoğurdun, şu meyvenin, şu sebzenin genetiğiyle oynayan büyük para babalarından haberim yoktu.
Siyeri, Kur’an-ı Kerim’i, ilmihali babamın hafta sonu divanda oturarak verdiği derslerden öğrendim. Her öğrendiğimi uygulamaya çalışır, malumatlar bir nevi hayatıma yön verirdi. O vakitler yok şu hadis mevzu, bu şekilde iman olmaz diyen adamlardan bihaberdim. Arkadaşlarla oyun oynadığımız genişçe bir parkımız vardı. Envai çeşit oyunu bu parkta oynar, akşam ezanı okunmaya başladığı an koşarak evlere dağılırdık. Uzun yıllar sonra para toplayıp bir halı saha kiralayacağımız ve orada top oynayacağımız bize o vakitte söylense gülerdik muhtemelen.
Cem’in evi Ensar’ın evi ne kadar benimse benim evimde o kadar onlarındı. Onların annesi benim annem, benim annem onların annesi gibiydi. Tek evimiz yoktu, bütün evler sanki bizimdi. Her evin bahçesinde oyun oynadığımız, çilek ektiğimiz mazın köşeler olurdu. Mahalleye elinde poşetle kim girerse girsin hemen poşetleri elinden alıp evine kadar götürür, hayır duasını almaya çalışırdık. Soğuk büyük apartmanlarda tanımadığımız komşularla oturacağımızı tahmin dahi edemezdik. Aklımızdan birbirimizi kandırmak geçmezdi, neyimiz varsa ortaya konurdu. Birbirimizden asla bir şey gizlemezdik.
Cumartesi günleri istediklerimizi alma günüydü. Cumartesi hariç Bakkal Mithat Amca’dan çikolata, bisküvi, cips alamazdık. Almaya çalışsak dahi Mithat Amca babalarımız tarafından tembihlenmiş olduğundan bize bir şey satmazdı. Cumartesi sabahı kahvaltıdan sonra parkta buluşur birer liralarımızla herkes farklı bir şeyler alır, parkta oturur aldıklarımızı büyük bir keyifle yer, görenlerin de hakkı kalmasın diye onlara da ikram ederdik. Şu an bakıyorum da ne alırsak alalım ne yersek yiyelim o vakitte aldığımız keyfi alamıyoruz.
Abilerimiz vardı, onlarla oturmaktan keyif alır, bol bol hikâyelerini dinlerdik. Tavsiyelerine kulak verir, onlar gibi yürür onlar gibi hareket etmeye çalışırdık. Camiye ekipçe gider, namaz çıkışı amcaların ellerini öpmeye çalışırdık çünkü amcalar ekseriyetle bize şeker verirdi. Bugünlerde ne o şeker veren amcaları ne de cami çıkışı büyüklerinin ellerine sarılan çocukları göremiyorum. Hatta bayram namazları hariç camide çocuk göremiyorum. Herkes artık ibadetini evinde yapıyor. Haşa insanlar artık camiye ihtiyaç duymuyorlar. İnsanlar artık hayattan izole olmaya başladılar. Tek takılma, tek başına yemek yeme, tek kişilik tatiller artık olağan bir hal aldı. En fazla rağbet gösterilen evler ekseriyetle 1+1 daireler. Müslümanlık tekillik üzerine değil bir olma, birlik olma temelleri üzerine kurulu hâlbuki.
Bugün eski günleri yâd ederken, Safranbolu’ya olan sempati ve sevgimin çocukluğumdan geldiğinin farkındayım. Rabbim bütün babalara çocukları için bahçeli evde oturmayı nasip etsin.
Bekir Salih Yaman