Buralar Bembeyaz

İbrahim Halil Aslan neden yazmadığını yazdı. Halbuki üzerine Rusya yağıyordu.

***

Bugün baktım da editör son yazımın üstüne “İbrahim H. Aslan 49 gün sonra tekrar yazdı” diye not düşeli altmış yedi gün olmuş. Diyorum ki; şimdi uyusam ve uyandığımda altmış yedi gün geçmiş olsa. Aynı sayıda geçmiş olan ve geçecek olan günlere tam orta noktadan bakınca aralarındaki mesafe farklıymış gibi geliyor ve zamanın bu ironisi beni mutlu ediyor.

Bu kadar gün ne yaptım diye düşününce artık klişe bile denemeyecek kadar tekrarlanan “hiç anlamadım nasıl geçtiğini” kalıbını sonuna kadar çürütecek kısa mesafeli hatıralar geçiyor gözlerimin önünden. Mutluluklarımı, hüzünlerimi ve geri kalan her şeyi dibine kadar hissede hissede yaşadığımı anımsıyorum ve bu da ayrıca mutlu ediyor beni.

Yoğun, stresli ve uzun bir sınav dönemi geçirdim. Uyuyamadığım zaman uykusuzluğun, uyuduğum zaman uykunun hakkını verdim. Arada dönüp dönüp sevdiğim kitapları okudum. Zaman zaman hiçbir şey yapmadan durup dünyanın dönüşünü ve değişimleri izledim. Kendimdeki değişimler dâhil. Kesin bir milâdım olmamakla beraber, olaylara bakış açılarımı önce ve sonra diye ayırdığımda önceden kesin bağlarla inandıklarımla şimdi onların yerine koyduğum fikirlerin farkını sevdim. Buna rağmen onlara da kesin kez inanamayacağımı, bir gün mutlaka onların da yerine yenilerinin geleceği ihtimalini… En çok da geleneklerin, üzerlerine tuz ruhu dökülmüş gibi eriyişini ve onlardan geriye kalan boşluğu sevdim.

Hayatın dahi kesin bir amacı olması gerektiğini söyleyen bir düşünce âleminde, yaptığım her şeyin önce amacı olması gerektiği gibi idealist ve aklı başında tavırları bir kenara bırakıp amaçsız şeyler yaptım. Öylesine dışarı çıkıp gezmek mesela… Bu örnek ne kadar basitse, hayata o kadar basit bakmanın cazibesini ve rahatlığını yaşadım, yaşıyorum. Yanlış olduğunu bildiğim ve göz göre göre yaptığım yanlışları ‘her şey doğru olmak zorunda değil!’ diyerek savundum ve belki de ilk kez hataların sadece pişmanlık duyulması gereken davranışlar olmadığını gördüm.

Bu arada Sergey’le tekrar görüştüm. Ninoçka’yı bulmuş sonunda. Kazananı ve kaybedeni olmayan bir savaştan çıkmış bir süvari yorgunluğu ve mutluluğu vardı gözlerinde. İlkin, selam vermeden, adını bile söylemeden, “Bütün o acıları gözlerinin rengine dokunabilmek için çektim” demiş. Arada görüşüyoruz. Güzel şeyler anlattı. Bir gün yazarım belki.

Niye yazmadığıma gelince; bu, kesin çizgileri olan bir tercih meselesi değildi ve halen değil. Yazamadım da demek istemiyorum. Sadece yazmadım demek yeterli geliyor bu durumu -en azından kendime- açıklamak için. Arada bir ‘ne yana baksam hayat bir başka intihar ediyor’ gibi cümleler içeren hikâyeler geldi aklıma. Ya da ‘bir yaprağın dalından düşmesi gibidir yârin elleri; öylesine zarif, öylesine mağrur ve mahzun…’ gibisinden şeyler. Bir körle bir âmânın hikâyesine şahit oldum. Bir gün belki onu da yazarım. Yazmak istediğim ama yaz-a-madığım onlarca satırın sarmal bir döngüyle nakış nakış işlenişini izledim zamanın akışına. İlkokul dördüncü sınıfta duyduğum ama hangi yazara ait olduğunu bir türlü hatırlayamadığım ve çok aramama rağmen de bulamadığım “Kitabım hazır, bir tek yazması kaldı” sözünü bu durumuma kılıf yapıp zaman zaman hatırladıkça tebessüm ettim.

İşte böyle yaşıyoruz. Ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor diyeceğim biri olsun isterdim şu an yanımda. Olsun, böylesi de güzel.

Bu arada Edebifikir’in yeni arayüzü pek güzel olmuş. Sezai Karakoç dosyası ise ayrı bir güzellik kattı bu değişime. Emeği geçenlerin gönüllerine sağlık.

Son olarak, vaktiyle, buranın en çok nesini sevdiğimi sormuştu biri. O zaman cevap verememiştim. Buranın en çok beyazını sevdim. Pencereden baktığımda gördüğümü, beyazın derinliğini ve insanların hayran olduğu bütün renkleri kalbinde saklamasını sevdim. Beni sormak isterken çekinen ve ‘oralar nasıl?’ diye sorana ‘buralar bembeyaz’ derken gözlerimi kapattığımda hissettiklerimi sevdim.

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir