Bitmeyen Bahar

Siz hiç kanayan yaranıza ekmekle toz şeker çiğneyip bastınız mı?

Hale Sungur yazısı…

***

Böğürtlen lekesi nasıl çıkar umurumda değil. Benim telaşım başka. Avucumdaki kaya kınasını, ellerimi oynatmadan güneşe tutarsam on numara beş yıldız kıvamında yanacak.  Eve bir gideyim annem  kaybettiğim dantelin hesabını soracak. Ne danteli anne, ne danteli!  Gelin mi oluyoruz? Bundan sonra  aklımı oynatmadan durursam,  bahtımın yaverliği şahlıktan şahbazlığa transfer olacak.

“Sizin hayır sandıklarınız şer, şer sandıklarınız hayır olabilir.”  Kilerdeki ekmek sandığının üzerine yazılacak şey mi bu! Seçim, ya da çeyiz  sandığına yazılsa bir derece, onu anlayabilirim belki. Ama oradaki  “sandıklarınız” zannettikleriniz anlamındaymış.  Niye söylemediniz!

Nasıl anlatayım ben  şimdi bu çocuğa,  dağda yavrulayan koyunların kuzusunu çobanların azık torbalarında eve  getirdiğini.  Ya da doğum yapan ineklere kovayla  sıcak çorba ikram edilmesi, boynundaki zincirin çözülmesi, karnının altına, sancısı varsa diye  köz tutulması gerektiğini.  İzlediği  saçma sarsak çizgi filmlerden mi öğrenecek merhamet etmeyi.

Hiç bayır aşağı koşmadan, yuvarlanmadan, kafayı gözü dağıtmadan büyüyecek. Dolayısıyla ekmekle tozşekeri çiğneyip kanayan yaraya bastırdığı zaman kanın duracağını da bilmeyecek öyle mi! Ama elbisesini asla lekelememesi gerektiğini bilecek. Ödül ceza sistemini bal gibi bilecek. İyi  şeyleri ödül için yapacak. Davranışının kötü olmasından değil yalnızca cezadan yırtmak için hep uslu duracak. Her fırsatta  ebeveynlerini gururlandıracak.  Fena, çok fena hatta berbat!  Kuzular bile bundan eğlenceli yaşardı çocukluğunu.

Nesini kıskanayım koyunlarıyla koyun gibi yaşayan bu adamın canım? Koca  dünyanın küçücük bir yerinde bütün ömrünü  geçirmeye nasıl tahammül etmiş! Hep aynı şeyleri görmeye, aynı işleri yapmaya, ne bileyim yüzde sıfırlık sürpriz yapma ihtimali olan koyunlarla  günlerini geçirmeye nasıl dayanıyor? Efendim gözü hep gökyüzündeymiş, bulutların bile birbirine hiç benzemediği, her haliyle gecesinde ayrı gündüzünde ayrı taptaze bir seyirle geçiyormuş günleri. Karısı çocukları, Bağ-kur sigortası varmış. Söğüt  dallarından düdük yapıp götürürmüş eve. Çocukları  eğer çok isterlerse kuzuların  koynunda yatarlarmış bazen. Ne kıskanacağım!  Hepsi neyse de kara çaydanlıktan is kokulu çay içerken,  yan gelip yattığı ardıç gölgesinde öyle bir doğruluşu vardı ki  “işte” dedi,  “ben hep böyle keyif çatıyorum.”

Ben de böğürtlen lekesinin nasıl çıktığını biliyorum. Yine de zoruma gidiyor, kırmızı benekli alabalıkların değerinin kilogram başına belirlenmesi.

Hale Sungur

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • **** , 08/06/2014

    Vay be !

  • Guldemah , 28/05/2013

    cok hos… bir yazı okuduktan sonra kac kisi kızının kanayan yarasına sekerle cıgnenmis ekmek basmak isteyebilir ve koyun gibi yaşlanmak isteyebilir?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir