Biraz nefes evladım, biraz nefes!

Türkistan Hatıraları – 8

Üniversitede okuduğunuz zaman, yurtta kalıyorsanız ve yurt kampüsün içinde ya da yakınındaysa arada bir bulunduğunuz ortamdan şöyle bir uzaklaşmak ihtiyacı hissedersiniz. En azından ben ve birçok arkadaşım bu ihtiyacı hissediyorduk. Devamlı aynı mekânda bulunmaktan bunalınca, çözüm yolları arıyorduk. Öğrenciler genelde ilk yıl Türkistan’dan ve yurttan ayrılmazdı. Bu biraz da ortamı tanıma, bazı şeylere alışma düşüncesinin sonucuydu. Zira şehrin sıcak ve soğuk değerleri normalin ya çok altında ya da çok üstündeydi. Kışın termometreye baktığınızda -30’u görürken, yazın aynı termometre hava sıcaklığını 45 dereceyi görebiliyordunuz.

Pamuk Yağı mı Motor Yağı mı?

Yurtta Türk bir aşçının olmasına karşın, dışarıda bulacağınız yemekler sizi mutfağa ve yemeğe küstürebilecek durumda olabiliyordu. Aslında bu, Kazak mutfağının kötü olmasıyla ilgili değildi. Buradaki ana sıkıntı mutfak kültürlerinin birbirine uzak olmasıydı. Mesela bu coğrafyada, bizim bulunduğumuz yıllarda yemekler için pamuk yağı kullanılırdı ki bu yağ motor yağından, hatta gres yağından biraz daha inceydi. Öyle hemen aklınıza benzinli arabalarda kullanılan yağlar da gelmesin. Bildiğiniz dizel araçların hatta kamyonların kullandığı 20 numara motor yağıyla yarışıp, yarışı belki burun farkıyla kaybedecek derecede bir yağdan bahsediyorum size. İnsanın ömründen ömür çalan hırsız bir yağ yani.

Öyle Yahya Kemal gibi bir havanız yoksa, yemek meselesi bazı zamanlarda büyük sorun olur. Üstat bir arkadaşına “Bugün akşam yemeğini benimle yer misin?” diye sorunca, arkadaşı da büyük bir sevinç içinde daveti kabul edip “Memnuniyetle. Bu akşam müsaidim” der.  O zaman da Yahya Kemal gülümseyerek karşılık verir, “İyi, öyleyse bu akşam size geliyorum.” Ama aynı cümleyi bir öğrenci olarak arkadaşınıza yöneltseniz, o da bu iyi niyete karşı en azından altı ay bulaşık yıkatır size.

Çok Titizlik Açlık Getirir

Yemek meselesi bir mutfak ve kültür meselesi aslında. İlk yıl “Ben bunu hayatta yemem arkadaş!” dediğim nice yemek, çörek ve börek çeşidini almak için bir yıl sonra saklanarak kuyruğa girdiğimi itiraf etmeliyim.

Türkistan’da yemem dediğim şeylerin çoğu hijyen sıkıntısı nedeniyleydi. Bir et pazarı gördüm ki “hijyen, temizlik, su, deterjan” gibi kelimelerin telaffuzu anlamsızlaşıyor ve siz de o anda hemen vejetaryen olmaya karar veriyorsunuz. Böylesi ortamları görünce aklıma Abdülhak Şinasi Hisar gelmedi desem yalan olur. Temizlik hastalığı nedeniyle lokantada bile kendi çatal bıçağıyla yemek yiyen bu yazarımız bir gün garsondan su isteyince Süleyman Nazif hemen araya girmiş ve garsona “Oğlum, beyefendinin suyunu sana zahmet yıka da öyle getir.” demiş. Demem o ki ben Şinasi Hisar kadar hastalık hastası olmasam da, ondan daha fazla ortama uyum sağlayıp bu toprakların keyfini çıkarmasını öğrendim dostlar.

Sipariş Benden Yemesi Senden!

Ama bazen zihniyet farkı da sizi tebessümlere boğmuyor değil. Türkistan’dan yola çıkıp 30 kilometre uzaklıktaki Kentav şehrine gidince Türk öğrenci arkadaşlarımızın işlettiği kafelere hücum eder, kendimize ziyafet çekerdik. Ancak garsonlar Kazak olduğu için zaman zaman anlaşmada sorun yaşardık. Mesela üç arkadaş bir lokantaya gitmiştik. Garson gelip ne istediğimizi sorunca ben de “Hepimiz lahmacun istiyoruz. Bize 9 tane lahmacun getir” dedim. Burada, bir restoranda sipariş verdiyseniz eğer “yemeğim nerede” diye fazla meraklanmamanız gerekir hatırlatayım.

Her yerin, mekânın kendine özgü bir tavrı ve tarzı vardır. Orada da işler biraz yavaş ilerliyor. Hani Yahya Kemal Beyatlı’nın yaşadığı bir olay vardır. Yemek yiyebilmek için uzun ve yorucu bir yokuş çıkmak zorunda kalmış üstat. Kendisini güç bela restoranın bir masasına atmış ve soluklanmaya başlamış. Zira yokuş nedeniyle tıknefes olmuş. Tam bu sırada garson Yahya Kemal’e yaklaşıp hemen “Ne alırdınız beyefendi?” diye sormuş. Bu duruma sinirlenen Yahya Kemal de “Biraz nefes evladım, biraz nefes!” deyivermiş. Biz de bu coğrafyada böyle cevval, atılgan hatta çevik garsonlar beklemezdik hâliyle.

İşte lahmacun siparişini verdikten sonra acele etmeden efendi efendi garsonun gelmesini bekledik. Kırk dakika sonra elinde dokuz tabak, dokuz kaşık, dokuz çatal ve dokuz lahmacun ile gelince üçümüz de şaşırdık. Ama garson hiç oralı olmadan bize dönüp “Bu masaya servis sığmaz. Sizi şu büyük masaya alalım.” dedi. Ayrıca burada, istemediğiniz bir sipariş masanıza gelince “Ben bunu istememiştim ama…” dediğiniz zaman “Biliyorum. Ama bunu yesen n’olur ki!” gibi bir cümle de duyabilirsiniz.

Davut Bayraklı

 

Resim: Jaroslav Róna

Türkistan Hatıraları

Gurbette Öğrencinin Ütüsünden Radyo Yaparlar
Her Şey Ortak, Tuvaletler Dâhil!
Bu Pazar Farklı Pazar
Kavramsal Sanata Nal Toplatmak
Her Şey Çok Daha Güzel Olacak!
Sabun, Leğen ve Ustura
Ah Şu Berberler!

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • İhsanbul , 24/06/2019

    Tam tadı damağıma yayılıyordu ki yazı bitti. Şimdi bekle bakalım yeni yazıyı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir