Müstesna Deyimler Defteri – Bir
(Bu başlık, Mehmet Raşit Küçükkürtül’den ilhâmla belirlenmiştir ve onun “dördöküntü defteri”ne bir nazîredir.)
Bir süredir ilgimi çeken, hoşuma giden deyimleri kaydediyorum. Her türlü tabir, terkip ve kalıplaşmış ifadelerle birlikte şiir okurken dikkatimi cezbeden mazmun ve imgeler de kaydettiklerime dâhil. Burada ‘deyim’i en etraflı anlamıyla kullanıyorum. Deyimlerle alâkalı her şeyi “Müstesna Deyimler Defteri” başlığı altında değerlendirme niyetindeyim.
Deyimler bir dilin zenginliğini gösteren ayna gibidir. Bu ayna yalnızca dilin zenginliğini göstermez, o dili konuşanların zihniyetine dair ipuçları da sunar. Son zamanlarda bu aynayı kirletme temayülü var. Günlük konuşma dilinden bahsetmiyorum; edebiyatçılar ve şairler eğip büküyor deyimleri, özellikle de şairler. Ayrı bir yazıda bu konuyu hassaten ele almak isterim.
Deyimleri, rastladığım kaynaklarla birlikte zikredeceğim. Bir amacım da bu zaten; deyimler vesilesiyle okurları bu kaynaklara yönlendirmek. İnşallah arkasını getirebilirim.
birader-i can-beraberim: Seyahatname’nin ikinci cildinde geçer. İlk ciltte İstanbul’u anlatan Çelebi, ikinci cilde Bursa’yı anlatarak başlar. Okçuzâde Ahmed Çelebi adında eski bir dostunun yanına gittiğinde, Ahmed Çelebi kendisine “Ey birader-i can-beraberim Evliyâ-yı mâ. Gel senin ile evvelü’r-refîk sümme’t-tarîk fehvasınca refik olup beş-on gün içinde taht-ı kadîm-i evvel, sevâd-ı muazzam olan Bursa şehrin seyr u temâşâ” edelim diye teklifte bulunur. Evliya’nın derûnuna bir ateş düşer, bir an evvel Bursa’ya revan olmayı arzular. Oracıkta yolculuğa niyet edip bir Fatiha okur. Ailesine bile haber vermeden Eminönü’ne gelip bir Mudanya kayığına biner ve taht-ı kadîm-i evvele doğru yol alır.
Dostum çok ama birader-i can-beraberim diyebileceğim bir dostum olmadı hiç. Candan bir beraberlik ve biraderlik için meşreplerin birbirine yakın olması yetmiyor. Aynı dertleri, endişeleri, hedefleri paylaşmanız gerekiyor sanırım.
nasihat-ı ham etmek: Bu deyim de Seyahatname’nin dördüncü cildinde geçer. Evliya Çelebi bir takım edepsizlerin edepten dem vurmasını “nasihat-ı ham” olarak ifade ediyor: “Garâbet bunda kim cümle edepsizliği meydanda [iken] ‘edeb hoşdur el kavşurun’ deyû birbirlerine nasihât-ı hâm ederler.”
Nasihat kâmil kişiler tarafından verildiğinde muhataba tesir ediyor. Çünkü onlar dillerin en güzeli olan lisan-ı hâl ile konuşurlar. Bir de ölümü hatırlamak vardır ki insana lisansız nasihat eder.
latif avazlı melek: Yazıcızâde Ahmed-i Bican hazretlerinin Dürr-i Meknûn adlı eserinde geçer. İsrafil’i (a.s) vasfetmek için kullanmış Hazret. Ne kadar hoş değil mi?
bukalemun-avaz: Ferdevs-i Rûmî’nin Süleymannâme-i Kebir adlı eserinde geçer. ‘Dönek kimselerin çıkardığı yaygara’ anlamına geliyormuş. Sosyal medyada, televizyonda falan sık görünür böyleleri. Şık görünmeye de çalışırlar ayrıca. Saçları jöleli olabilir mesela. Bazen sakallı bazen sinekkaydı olabilirler. Bazen iktidar bazen muhalefet tarafında da olabilirler. Şekilden şekle girerler hâsılı. Yüksek sesle konuşup büyük harfle yazmaları kuvvetle muhtemeldir.
kâfir iken yahudi olmak: Barbaros Hızır Hayreddin Paşa’nın Gazavatnamesi’nde geçer. “Öyle gazablandı ki kâfir iken Yahudi (veya Mecusi) oldu” denir, kâfirlerin öfkeli ve kibirli hâlleri anlatılırken. Çünkü kâfirlik de derece derecedir. Yahudilerin diğer kâfirlere nazaran daha şerli oldukları ve daha çetin bir azaba uğrayacakları nass ile sabit. Batı Medeniyeti, kâfir iken Yahudi olanların medeniyetidir: “Çağdaş İngiliz-Yahudi Medeniyeti” tabirinde görüldüğü gibi. Vaktiyle fena gazaba getirmişiz kâfirleri. İslâm coğrafyasının ortasına İsrail diye bir devlet kurdular; orayı bir fitne üssü olarak kullanıp Müslümanı Müslümana kırdırmayı başarabiliyorlar.
küllü kadîmün azze, küllü cedîdün lezze: “Her eski azizdir, her yeni leziz” anlamında Arapça bir tabir. Arapça ama aslında bu kelimelerin her biri Türkçeye de geçmiş; küll, kadim, aziz, cedit, leziz hâlâ kullandığımız kelimeler. Kayahan Özgül’ün Divan Yolu’ndan Pera’ya Selametle adlı kitabında denk geldim bu deyime. Eskiyi aziz bilmek önemlidir. Yeninin lezzetine fazla kapılmak, eskinin azizliğini unutturur. Nitekim modernleşme sürecimizde böyle olmuştur. Modern olanın lezzeti, kadim olanın azizliğini unutturmuştur. Bir türlü bu ikisi arasında itidalli olamadık gitti. Şimdi eskiye (tarihe) bir rağbet var gibi görünüyor. Eskinin kopyası üretiliyor, ticareti yapılıyor bol bol. Bunun eskiyi aziz bilmekle hiçbir alakası yok.
gel ha eylemek: Anlamını bilmiyorum. Pertev Naili Boratav’ın Az Gittik Uz Gittik adlı kitabında geçiyor. Kitap bir masal derlemesi. İçinde 48 tane masal, bir tane tekerleme mevcut. Deyim tekerlemenin iki farklı yerinde geçiyor: “Çıktık tepenin başına, seyrettik toprağına taşına. Gördük bir göl, ördekler yüzüyor. Çakmaksız, namlısız, kundaksız tüfekle ‘gel ha!’ eyledik. Ördekler zombala devrildi.” Bir de şu şekilde kullanılmış: “Karpuz büyümüş, dört yaşlı camız boduğu gibi kararıp yatıyor. Zati susadımdı. Sapsız, namtısız, ceciksiz bıçağı ‘gel ha!’ eyledim karpuza. Karpuzun içine zarpadak ben de gittim.” Deyimi yalın hâliyle okuyunca; bir çağrı yapılıyor, birine gelmesi tembih ediliyor gibi bir tedai uyanıyor insanın zihninde. Bir iki kişiye sordum bu kanaate vardılar. Fakat tekerlemede “hakkından gelmek” deyiminin tersten söylenişi olarak kullanılmış sanki. “Tüfekle ördeklerin hakkından geldik”, “bıçakla karpuzun hakkından geldim” gibi. Emin değilim. Kitabın açıklamalar bölümünde tekerlemenin Yaşar Kemal tarafından kayda geçirildiği belirtilmiş, tekerlemedeki az bilenen kelimelerin anlamları verilmiş fakat deyimin anlamına dair herhangi bir not düşülmemiş. Bir bilgisi, fikri olanlar yorum kısmına veya feyyazkandemir@hotmail.com adresine görüşlerini yazarlarsa memnun olurum.
Feyyaz Kandemir
2 Yorum