Bir Varmış Bir Yokmuş

Hikâyeler insanın mağarasıdır. Yaşadıklarımızın bir değeri, dikkate alınacak bir tarafı var mı? Hemen söyleyelim, yok! Olması için uğraşanlar yok mu? Var. Peki, gerçek hikâye, değer görülme ihtimali hesaplanmış, kaç kişi okur kaygısıyla olup bitmiş; dil cambazı bir öykücü maharetiyle ortaya konmuş olanlar mı yoksa süprüntü gibi bir kenara atılmış, çöp kadar değer verilmeyen kimsesiz insanların yazılmadan da görülebilen hikâyeleri mi? İşi edebiyat eleştirisine dökecek değilim. Fakat oldum olası kafasının içinden kurtulamayan yazarlara pek ısınamadım. Toplumun açmazının, sıkıntılı bir döneminin, yaşanan, yaşanmış trajedilerin ve anlatılması muhtemel insan tiplerinin, karakterlerinin velhasıl her “anlatılmaya değer” anların kaydını tuttuğunu söyleyenler, gerçek hikâyenin “anlatılmaya değer görmedikleri” şeyler içinde kaynayıp gittiğinin ne kadar farkında?

Yoksul bile diyemeyeceğimiz, aç diyebilmemiz için ise en azından 2500 lira geliri olması lâzım gelen; ne yaşıyor ne yaşamıyor demek için kendi imkânlarıyla sokakta yatmaktan kurtulmuş çok sayıda insanımız var. Daha da vahimi kış şartlarında sokakta kalan, sadece geçtiğimiz kış değil geride bırakılan on kış boyunca sokakta, bir bankta, ATM kabininde, metruk bir binada, izbe, terkedilmiş, yıkılmak için gün sayan şu kentsel dönüşüm için boşaltılan, ecinnilerin mesken tuttuğu harabelere sığınan insanları hiç düşündük mü? Kendi derdine düşüp düşünmeyenlerden biri de benim. Şu bir gerçek ki sadece kendi derdime düşmüşsem gerçekten düşmüşümdür! Bu son zamanlarda tosladığım en sert duvarlardan birisiydi. Beni bu körlükten uyandıran bir sosyal deney videosu oldu. Daha önce yazmış olduğum bir yazıdan hareket edecek olursam “anlamın buharlaştığı bir çağa tanıklık ediyoruz.” Hemen herkes bir şeyler yazıyor, bir şeyler söylüyor. Twitter’da, Youtube’da vs. yığınlarca içerik bizlerin beğenisine, ilgisine sunuluyor. Vakti zamanında bir yazar ağabey “sen çöp karıştırmak nasıl bir şeydir bilir misin?” demişti. Bilmediğimi fakat nasıl bir duygu olduğunu az çok tahmin ettiğimi söylemiştim. Bana “Bunun azı çoğu yok. Ya bilirsin, ya bilmezsin. Tahmin edilemez.” Doğru. Bazı şeyler gerçekten de tahmin edilemez. Yaşanması ve doğrudan temas edilmesi gereklidir. Hikâyenin gerçeğiydi, sahtesiydi lakırdısı burada gizli işte. Ha tutup sırf öykü yazmak için çöp karıştırın demiyor bu cümle size. Bu cümlenin alt ve saklı anlamını açmayacağım, size kendi çöplüğünüzden kurtulun tavsiyesi de verecek değilim.

Bu bir yana öykü yazarlığı da bir tür çöp karıştırmaya benziyor. Çöplüğü oluşturan bizleriz. Sadece bunu bilelim yeter. Neyse konuya gelirsek Youtube çöplüğünde (kendileri dijital çöplüğün atası sayılabilir) eşelenirken karşıma yararlı, geri dönüştürülebilecek bir hikâye çıktı. Son zamanların meşhur içeriği, sosyal deneyler… Kimi sahiden de çok başarılı. Sosyolojik araştırmaların, (buna akademiyi de katalım) gelişimine katkı sunabilecek çapta sosyal deneyler bile mevcut. Onlardan birine denk gelince izledim. Deneyi yapan kişi evsiz, kimsesiz bir adam rolü yapıyor, vatandaşların tepkisini ölçüyor. Duyarlı olanlar çıkıyor fakat görmezden gelenler tahmin edebileceğiniz gibi çok sayıda… Yardım etmek isteyenler sıraya girmiyor anlayacağınız. Aslında bu konuda hepimiz suçluyuz, yani biz, bir çevreye sahip olanlar, sıcak bir evi olanlar… Çünkü her gün o ucunda fayda varsa her ayrıntıyı yakalayan gözlerimiz bir anda kararıveriyor! Görmezden geliyor olmamız, yardım etmemekten daha büyük bir kabahat. Neyse. Bir müddet sonra sosyal deneyi gerçekleştiren, evsiz rolündeki adamın yanına gerçek bir kimsesiz yanaşıyor. İlk tepkisi şu oluyor adamın: “Çorap giy çorap, üşütürsün” Hoca Nasreddin’in damdan düştükten sonra, başındaki kalabalığa “Açılın şöyle, bana damdan düşmüş birini bulun” demesi gibi. Bu diyalogdan sonra evsiz rolü yapan adam, karşısındaki kimsesiz adama sorular sorup onun bu hale nasıl düştüğünü öğrenmek istiyor. Adamcağız tam on yıldır sokaklarda yaşadığını, aslında kimsesiz olmadığını fakat kimsesiz bırakıldığını, üç çocuğu olduğunu, onlardan hayır görmediğini ve bir çöp gibi dışarıya fırlatıldığını anlatıyor. Bu esnada bir genç yanlarına yanaşıyor ve her ikisine de yardım etmek istiyor. Simit alıp geliyor, cebindeki parasıyla terlik alabileceğini söylüyor, deneyi yapan kişi gence “bu bir sosyal deneydi kardeşim. İlgilendiğin için sağol.” diyor. Genç, diğer adamın gerçek bir evsiz olduğunu anlayınca başka bir ihtiyacı olup olmadığını soruyor “adam hakkını helal et.” derken sözleri boğazında düğümleniyor. Genç o kimsesiz adamcağızın elini öpmek isteyince de film kopuyor… Adam iki gözü iki çeşme kendisini on yıldan beri hiç arayıp sormayan evlatlarına isyan ediyor. Adamın elinin öpülmek istenmesi sırasındaki duygu boşalması elinin yıllar sonra biri tarafından öpülmek isteniyor olmasında yatıyor. Gencin bu hareketi on yıldır, bayramlarda bile kimse tarafından hatırlanmayan bir adamı afallattığı gibi, ona keşke olmasaydım dediği babalığını hatırlatıyor. Bu demir kadar ağır gerçek insanın boğazına yapışıyor; onunla birlikte ağlıyor ya da kendinizi onun yerine koyup perişan olabilme ihtimalinizi düşünüyorsunuz.

Yapılan bu deney oldukça etkili olmuş olacak ki, birçok vatandaş yardım etmek istiyor adama. Fakat bu onun son görüntüsü oluyor. Arayıp tarasalar da bulamıyorlar adamcağızı. Sonra bir haber geliyor. Bu haberi de yine sosyal deneyi yapan kişi açıklıyor. Adamın kalp krizi sonucu hakkın rahmetine kavuştuğunu, ona yardım etmek isteyenlerin çok üzüldüğünü söylüyor. Bu sadece bir örnek. Daha birçok insan acımasızca, terkedilmiş halde. Dikkat çekilmesi ve cevaplanması gereken önemli bir husus da bu adamın çocukları tarafından nasıl terkedildiği? Aile kurumunun önemini vurgulamayan kimse kaldı mı? Peki, aileye bu kadar önem verilen bir coğrafyada bu çözülme nasıl başlamış olabilir? Bunun yanıtını bulmak zorundayız. Bağlar zayıflıyor, aileler çöküyor, akrabalık ilişkilerimiz siliniyor! Bu adamcağız bir sonuç. Aslında sadece kendisinin ve ailesinin sonucu değil. Bilakis toplumumuzun bir sonucu olarak karşımızda gerçek bir hikâye olarak duruyor.

Mehmet Erikli

Resim: René Burri

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir