Bir gece daha sonlandı yine. Yine sabaha birbirinin düşmanı cümleler bıraktım. Bir bisturi ile öğelerine ayrılmış cümleler. Kelimeler kupkuru ve donuk.
Kayıtlara geçmesini istiyorum; işlediğim günahlarla yaşayabilmek için başkalarının hatalarına göz yumdum. Kelimelerimi ayrılıktan, terk edilmişlikten ve dahi kötülükten devşirdim. Kendi toprağımı eşeledikçe karşılaştığım karanlıkları başkalarının aydınlıklarıyla kapattım. Ve bütün bunları ise hayata tutunabilmek adına yaptım.
Bazen gecenin, gelip içimde uyuduğunu hissediyorum. Karanlığın kanıma karışıp umutlarımın kendini bir yardan aşağı bıraktığını değil hissetmek yaşıyorum. Yaşamak deyince, bir sonbahar sonuncu baharının yapraklarını dökmeye başlıyor içimde. Kanımda bir dalgalanma, gözümde bir karaltı ve ruhumda dinmek bilmeyen bir sızı da cabası… Biri diğerini aratmayan kaybedişler, yangın yerini terk etmeyen bekleyişler, her gün açılış ve kapanışlar…
Bu yaşadığım di’li geçmiş zamana hapsolmak… dizesiz şiirler yazmak… içimde yaşanmayı bekleyen o koskoca trajedi ile yüzleşmek…
İnsan ruhunun her bir köşesinde hiç tanımadığı kendiyle karşılaşırmış bunu da öğrendim. Öğrendim çünkü hayat insanı acıyla pişiriyor. Hiç tanımadığım benlerimin içinde hâlâ kendimi aramaktan başka çarem olmadığını bilerek bir duvarın dibine çöktüğüm anda gördüğüm kâbustan uyanmak istiyorum. Bazen olur, hayat başlı başına bir rüya hatta kâbus olur. Ellerini tuttuğun eller başka ellere sıcaklık olur.
Belki de Dostoyevski haklı. İnsanlar mutlular ama bilmiyor. Ve mutlu olduklarını bilmedikleri için kendilerini mutsuz sanıyorlar. Ah bu çelişkiyi kim çözecek! Hayat başlı başına kocaman bir soru… İşin kötüsü ise kimsenin cevabı kimsenin sorusuna cevap olmuyor. Nasıl ki her hayat kendine özelse cevap da kişiye özel.
İnsan aradığının kölesi olur, derlerdi de inanmazdım. Özgürlük özgürlük diye yırtınan insan meğer her şeyin kölesi olabiliyormuş. Bir çift gözün, tek bir cümlenin mesela… Bazen sırlar insanı eline geçirir. Soru ve cevap birbirinin içine girer. Sarmaşık… Her cevap başka bir soruyu imler. Hayat kısır bir döngü, insansa kendini nereye koyacağını bilemeyen bir şaşkın…
Kendi yarasının farkında olmayan ve insanların yarasına merhem olmak isteyen bir insan nasıl iyileşir? Kendi zaaflarını örtmek ve gizlemek bir insanı daha da zayıflatmaz mı? Sevdiğini göremeden öleceğini bilen biri kime bakabilir? Ya insanın içindeki ebedilik arzusu? Ya içimdeki dinmek bilmeyen isyan?
Avaz avaz bağırıyorum hâlbuki, yan benimle yan diye. Belki de çok geç kaldım, belki de “geç kalmak” içimdeki geç kalmayı ifadede yetersiz. Hayata, yağmurlara, denizlere ve sana geç kaldım. Sana kocaman bir geç kaldım. Gençliğimin gölgesinde değilim ki içimde uzayıp duran yollardan geri döneyim.
Kurumaya yüz tutmuş bir sesle sesleniyorum artık sana. Bir kez daha vazgeçiyorum. Ve Didem Madak ses oluyor kırgınlığıma: “Bazen ölmek istiyorum. Beni yeniden doğurman için”
Sulhi Ceylan
8 Yorum