Bir Dostu, Bülent Parlak’ı Anlatmak

Platon, sonsuz iyiye ulaşma arzusunun bir göstergesi olarak “dostluk”a çok önem verir. Hatta “Çocukluğumdan beri benim arzuladığım bir şey vardır; herkes bir şeye tutkundur. Kimi ata, kimi köpeğe, kimi paraya yahut şerefe. Bütün bunlar benim umurumda değil. Ben dost edinmeye meraklıyım.” diyerek dostluk erdemini her şeyin üstünde tutar. Öğrencisi Aristo’da “Nikomakhos’a Etik” kitabında dostluğa değinir. Üç çeşit dostluk olduğunu söyler: Haz, yarar ve erdeme dayanan dostluklar. Malum yarar ve haz merkezli dostluklar menfaate tâbidir. Yarar ve haz bitince dostluk da biter. Ama erdeme dayalı dostluklar geçici değildir. Çünkü ilk iki dostluk türünde sevilen kişi zatından dolayı değil sağladığı yarar ve haz sebebiyle sevilmektedir ki bu gerçek sevgi değildir. Samimi sevgide yarar ya da haz gözetilmez. Erdeme dayalı dostlar, birbirleri için iyiliği isterler. Özünde iyi oldukları için kötüye tevessül etmezler. Erdem kalıcı olduğu için dostlukları da kalıcıdır. Gelip geçici rüzgârlardan etkilenmezler. Erdeme dayalı dostluklar iyilik üzerinde yürür. İki taraf da dostunun iyi olması için gayret eder. İyiliği gerçekleştirmenin tek dert olduğu bu dostluklar ebedidir.

Neden insanlar dosta ihtiyaç duyar, sorusuna verilecek ilk cevabım insanın kendine yeterli olamayışı, sevmeye ve sevilmeye muhtaç olması ve de kendinin körü olması derdim. Evet insan ben’inin körüdür. Kendine karşı her zaman müsamahakârdır, hatalarını görmezden gelmesini çok iyi bilir ve bu zamanla kişisel körlüğü doğurur. İşte dostluk kişinin kendine bir ayna edinmesi olduğu kadar, iyiliği büyütmenin de adresidir. İnsanın kendini tanıması aslında ruhunu görebilmesi ile ilgilidir ki burada devreye bir ayna olan dostluklar girer. Şunu demek istiyorum insan bedenini görmek için aynaya, ruhunu görmek için dosta ihtiyaç duyar.

Dostluk hakkındaki bu girişi sözü Bülent Parlak’a, sevgili dostuma getirmek için yazdım. Çünkü artık aramızda değil ve dostluğumuz şimdilik sona erdi. Şimdilik diyorum çünkü dünya sadece bir handır ve elbette geçicidir.

Bülent ile tanışıklığımız 14 yıl öncesine dayanıyor. O zamanlar izdiham sitesinin en parlak dönemleriydi. Üsküdar’daki bir çay ocağında başka bir dostum vasıtasıyla tanışmış ve birbirimizi görür görmez sevmiştik. Bülent, her zaman ele avuca sığmaz biriydi. Ne zaman, ne diyeceğini tahmin edemezdik. Günün her saati mesaj atabilir, aklına gelen ilginç fikirleri bizle paylaşırdı. Gecenin bir yarısı arayabileceği gibi sabahın köründe de mesaj atabilirdi.

Ne zaman buluşsak etrafında yeni gördüğüm gençler olurdu. Onlarla ilgilenir, dertleri dinler ve elinden geliyorsa sorunlarını çözerdi. Sohbetin en koyu yerinde haydi bir eylem yapalım der ve herkesi ayaklandırırdı. Ya da bir kitapçıya girip Bülent Parlak’ın yeni kitabı çıktı mı diye sorardı ki o zamanlar henüz şiir kitabı çıkmamıştı. Veya sohbetin ortasında bir arkadaşımızı arar ve ondan, o an uydurduğu bir yazar hakkında yazı yazmasını isterdi. Kendini ve etrafındakileri diri tutmasını bilirdi. “Ne büyük bir yanılgıyım bu şehrin ortasında” derdi, yanılgıyı yanıltırdı.

Bir güce yanaşmaktan her zaman uzak durdu. Bağımsızdı. Tek başına bir edebiyat ordusu gibi çalıştı. Önce site, sonra dergi, sonra yayınevi ve bir sürü proje… Bunca yıllık tanışıklığım boyunca asla pes ettiğini görmedim. Yenildikçe ayağa daha azimli bir şekilde kalkıyordu. Son kâğıt zamları ve ekonominin durumu sebebiyle dergiyi çıkartmakta güçlük çekiyordu. Ama asla umudunu kaybetmedi, borç aldı, proje üretti ve dergiyi çıkartmaya devam etti. Kaç sefer ona derginin yükünü yazarlara böl, hepimiz birlikte ödeyelim desem de asla yanaşmadı. Bir şekilde sorunu çözüyor ve şöyle diyordu: “Biliyorum, Allah bizimle…

Allah’ı çok sevdi. Bir yetim olarak, Peygamber Efendimizi çok sevdi ve bunu şöyle dile getirdi: “632 yılından beri yalnızız.” “müminler kardeştir / işte bu yüzden öldürürler birbirlerini” diyerek bir şeylerin yanlış olduğunu elinden geldiğince haykırdı. Bu yüzden sürekli sürgün yedi. İstanbul’un neredeyse her ilçesinde öğretmenlik görevini yerine getirdi. Her okulda sevildi, öğrencileri onu görünce hemen gülümsüyordu. Fakat tam bu okula alıştım dediğinde yeri değiştiriliyordu. Açıkçası bürokrasiye sevdirememişti kendini çünkü şairdi. Şair olarak görevleri vardı. Birinin kral çıplak demesi gerekiyordu. Bir sohbetimizde “Neden bu kadar çok yerin değiştiriliyor, ne yapıyorsun bunlara?” dediğimde “Ben de anlamadım, bir şey yaptığım da yok” demişti ama demek ki fincancı katırlarını ürkütmek için birkaç dize yetiyordu.

Bülent’in samimi ve karşılıksız sevgisini tatmış biri olarak onun erdemli bir dost olduğunun şahidiyim. Tanıyanların da bu şahitliği onaylayacağını biliyorum. “yaşamak çok vaktimi alıyor / ölümü kanıtlayacağım” dedi ve dediğini yaşadı. Evet ölüm, bize her şeyden daha yakın ve yaş ile hiç bir ilgisi yok.

Artık gecenin bir yarısı telefonum çalıp “Peki ne olacak?” sorusuna muhatap olamayacağım. Üsküdar’a gidince ne yapacağımı şaşıracağım. Günün her hangi bir saatinde gelen mesajla içine battığım dünyadan çıkamayacağım. Çünkü “Hepimiz ölecek yaştayız.” En çok da Bülent Parlak!

Sulhi Ceylan

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir