Ben de tarihin bir aralığında köyünden büyük bir şehre inen safdil adam gibiyim. Ne büyük binalar! Ne büyük yollar! Ne çok insan! Ne kadar çok söz, ne çok düşünce! Hepsi hem sayıca çok, hem hepsinin mahiyetleri değişik, hem de her birinin dereceleri farklı. Ben de günümü tıpkı safdil adam gibi geçiriyorum: Çoğu zaman şaşkın, bazen hayranlık içinde ve kavrayabildiğim oranda hâkim. Bunca çeşitli nesne arasında, bu telaşlı insan kalabalığında, böylesine karmaşık ilişkiler içinde insan kendini kaybedebilir diye düşünüyorum. Sıkıca tutuyorum kendimi şehre karışmaktan alıkoymaya.
Akşam oluyor, yabancıyım bu şehirde, bir hısımım, yakınım, tanıdığım yok. Ben de safdil adam gibi gecelemek için bir han buluyorum kendime. Fakat o da ne? Hanın içi de insan dolu. İçerisi de dışarısı kadar kalabalık. Kaybolma korkusu yine düşüyor içime. Birazdan bu kalabalık handa kendimi uykuya bırakacağım. Ben uyurken kim bilir neler gelecek başıma? Bilmediğim bunca insan içinde yarın sabah uyandığımda kendimi nasıl, nereden taşıyabileceğim? Yarın sabah, yani yorgun bir günün ağır uykusu ertesinde hâlâ kendim kaldığımı, “eski ben” olduğumu nereden anlayacağım? En iyisi ben de safdil adam gibi yapayım; ayak bileklerimden birine bir ip takayım. Uyandığım zaman bakarım ayak bileğime: Eğer bağladığım ip yerinde duruyorsa ben hâlâ kendimdeyim, kaybolmamışım, yani “eski ben” bıraktığım yerde, uyamadan önce koyduğum haliyle duruyor. O zaman hayatımı eskisi gibi yaşamaya devam edebilirim. Bu düşünceden memnun kalarak uykuya dalıyorum.
Ben uyurken komşu yatakta yatan adamın, muziplik olsun diye mi, bağladığım ipte bir keramet olduğunu farzettiğinden veya düşündüğünden mi, yoksa büsbütün düşüncesizlik eseri olarak mı benim ayak bileğimdeki ipi çözüp kendi ayak bileğine bağladığını ben nereden bileyim. Ertesi sabah uyanır uyanmaz ilk işim ayak bileğime bakmak oldu. Bir de ne göreyim! Bağladığım ipin yerinde yeller esiyor. Yok! Gitmiş! İşte olan oldu, korktuğum başıma geldi dedim. Kayboldum ben. Daha doğrusu “ben” kayboldu. Uyamadan önce bıraktığım “ben” yerinde değil. Acaba gerçekten öyle mi? Etrafıma dikkatlice bakınca komşu yatakta uyumakta olan adamın ayak bileğinde bir ip bağlı bulunduğunu fark ediyorum. Bu benim köyden getirdiğim ip. Yani uyurken, kendimde değilken kaybolmayayım, uyanınca yine yerimde kaldığımı anlayabileyim diye ayak bileğime bağladığım ip bu. Bellilik işaretimi buldum. Oh, içime bir ferahlık geldi. Demek ki kaybolmamışım. Komşu yatakta gayet sakin uyuyor “eski ben”. Korktuğum başıma gelmemiş öyleyse.
Her ne kadar kafamda meseleyi açıklığa kavuşturmuşsam da, bir başka mesele çıktı şimdi karşıma: Bu meseleyi çözüme ulaştırmak için yan yatakta uyuyan “eski ben”e ihtiyacım var. “Eski ben”i usulca uyandırıyorum ve soruyorum: Bu kalabalık, debdebeli ve karmaşık şehirde, sen bu sabahtan itibaren “ben” olduğuna göre, lütfen söyler misin ben artık kimim?
İsmet Özel
Kaynak: Ve’l Asr, İsmet Özel, Tiyo, 1. Baskı, 2013, İstanbul, Sayfa 20-21.
1 Yorum