Bazen Cevap; Günahı Kendinde Görmektir

Bahadır Dadak, hiç kimsenin yapamadığını yaptı. Sulhi Ceylan’ın hırslarına mağlup olup yazdığı reddiyeye cevap vermek yerine kalemi kalbine sapladı ve İmam Gazâlî hazretlerinin sadırları hakikate döndüren satırlarına kulak verdi.

***

27 Temmuz Cuma akşamı Sulhi abinin şahsıma yazmış olduğu Ekmek ve Yoğurt Denkleminde Yaşamak ya da Bahadır Dadak Olmanın Verdiği Mutluluk reddiyesini okuduktan sonra metin üzerine düşünmeye başladım. Çoğu yerde kendisini haklı bulmakla birlikte bazı yerlerde bel altı vurduğunu ve konuyu manipüle ettiğini düşünerek birkaç gün içinde yazacağım münazara metni için argüman toplamaya karar verdim. Sonra arabaya atladım ve köye; annemin yanına geldim.

Sulhi abinin yazdıkları bir türlü aklımdan çıkmıyordu, haksızlığa uğradığımı düşündükçe yazmaya olan isteğim artıyordu. Lâkin ortaya topyekûn bir mübahase metni çıkarmak için geriye dönük okumalar yapmalıydım ve bu epey meşakkatli bir işti. Biraz temiz hava alıp zihnimi boşaltmak için balkona çıktım. Kahvemi aldım, siteyi kapattım, telefonu masanın üzerine koydum. Yanıma aldığım ve bir süredir devam ettiğim kitaplardan birini açıp kaldığım yerden okumaya başladım.

Kaderin cilvesine bakın ki, tam da Sulhi abinin hediye ettiği, İmam-ı Gazâlî hazretlerinin İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn tercümesinin; Münazaranın Zararları ve Münazaradan Doğacak Kötü Huyların Açıklanması bölümüne gelmiştim. Metnin tamamını okudum. Daha önce hazretin Dil Belası isimli eserini okuduğumdaki hislerin tamamı içimi kaplayıverdi.

Derin bir haşyet ve pişmanlık hissi.

İnsan biraz yaşlandıkça, bu türlü hislere muadil duygu durumları geliştirip yaşadığı zamanın ve şartların uygunsuzluğundan da teyit aldıktan sonra kendini daha kolay aldatabiliyor. Hayatın kendisi hayatın sürekliliğini icbar ettiğinden bir şekilde yoluna devam ediyor. Bu kez öyle olmadı. Bir türlü o haşyet ve pişmanlık hissinden yakayı kurtaramadım. Bu hisleri yazmayı, pişmanlığımı dile getirip münazarayı hitama erdirmeyi düşündüm. Lâkin İmam Gazâlî hazretlerinin yazdıklarına göre bu türlü fiillerin ifşası da ayrıca bir gurur ve kibir vesilesi olabilirdi. Ne yapacağımı şaşırdım, kukumav kuşları gibi düşünmeye başladım. Sonra metnin fotoğrafını çekip Sulhi abiye gönderdim. Yatacak yerimiz yok Sulhi abi dedim. Gülümsedi. Haklısın dedi. Sağ olsun,  İmam Gazâlî hazretlerinin işbu eserinde geçen bahsi iktibas etmem için beni teşvik etti ve olaylar gelişti.

Vicdanı rahatlatmak, böbürlenmek yahut muhtelif sebeplerden ötürü günahı ifşa etmek caiz değildir. Bizler kötü iş ve fiillerimizi örtmek, günahlarımızı saklamak ve bir daha aynı günaha düşmemek üzere tövbe ve istiğfar etmekle mükellefiz. Nitekim Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde:

“Ümmetimin hepsi affa mazhar olacaktır, günahı alenî işleyenler hariç. Kişinin geceleyin işlediği kötü bir ameli Allah örtmüştür. Ama, sabah olunca o: ‘Ey falan, bu gece ben şu şu işleri yaptım!’ der. Böylece o, geceleyin Allah kendini örtmüş olduğu halde, sabahleyin, üzerindeki Allah’ın örtüsünü açar. İşte bu, günahı alenî işlemenin bir çeşididir.” buyurmuşlardır. (Buharî, Edeb 60)

Sözün özü hem İmam-ı Gazâlî hazretlerinin ruhunu yâd edip birer Fatiha okunmasına vesile olmak, hem âlim-yazar-düşünür geçinen şu asi ruhlarımıza ve henüz dimağı çopurlaşmamış genç kardeşlerimize nasihat etmek, hem tövbe ve istiğfar etmemize vesile olmak, hem de bu ilimleri siz değerli okurlarımızla paylaşmak adına İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn kitabının; “Münazaranın Zararları ve Münazaradan Doğacak Kötü Huyların Açıklanması Bölümünü” iktibas etmeyi uygun gördük.

Allah cümlemizi ifşa, edebiyat ve ilim metinleri arasındaki farkı kavrayıp nefsini ve niyetini ona göre ayarlayanlardan eylesin. Allah bizi sırat-ı müstakim’den ayırmasın. Mâlayâni ve fuzulî yazı işçiliğinden, laf ebeliğinden, niyet okumaktan, zanda bulunmaktan, itikadı bozuk metinlerle vakit kaybedip kebaire düşenlerden olmaktan muhafaza buyursun. Âmin…

Bahadır Dadak

 

MÜNAZARANIN ZARARLARI VE MÜNAZARADAN DOĞACAK KÖTÜ HUYLARIN AÇIKLANMASI

İyi bil ki, hasmına kötülük ve onu susturmak, insanlar arasında yücelik ve fazilet elde etmekle böbürlenmek ve bu sebeple insanları kendine çevirmek için yapılan münakaşalar, Allah yanında bütün kötü huyların kaynağı olup, buna karşılık şeytanın hoşuna giden bir haldir. Bu gibi mücadelenin, diğer ahlaki hastalıklardan olan kibir, ucub, haset, kendini tezkiye, makam sevgisi ve benzerlerine nisbeti; şarap içmenin, zina, kazf (namuslu kadına iftira), adam öldürmek ve hırsızlık yapmaya olan nispeti gibidir. İçki ile diğer fenalıkları yapmakta muhayyer olan bir kimse ”İçki ehvendir.” diye bunu tercih ettikten sonra, sarhoşluğun tesiriyle diğer bütün fenalıkları irtikap ettiği gibi, münazaralarda üstün gelmeyi ve bununla övünmeyi seven ve makam aşığı olan kimsedeki bu hal, bütün fenalıkları kendisinde toplar ve kendisini her türlü kötülüklere sürükler.

Münazaranın doğurduğu asıl fenalıklar:

1 – Hased (Çekememezlik): Münazaranın doğurduğu hastalıklardan birincisi hasettir. Hased hakkında Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

”Ateş odunu yaktığı gibi, haset de sevapları mahveder.”

Hâlbuki münazara eden kendisini hasetten asla kurtaramaz. Çünkü bu adam bazen galip bazen de mağlup olur. Bazen kendi sözü ve bazen de hasmının sözü övülür. Dünyada bulunduğu müddetçe ya kendisi kuvvetli bilgi ve anlayışla övülür veya başkası daha iyi anlıyor ve daha güzel ifade ediyor diye övülür. Mutlaka bu nimetin başkasında kaybolmasını ve bütün insanların kendisine yönelmesini ister ve böylece kendisinden üstün olana haset eder. Hâlbuki haset, yakıcı bir ateştir. Ateş, yakacak bir şey bulamazsa kendisini yakar tüketir…

2 – Kibir ve böbürlenme, insanlara üstünlük taslama: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyuruyorlar:

”Kibir edeni Allah alçaltır: alçak gönüllü olanı yükseltir.”

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i kudside de, Allahu Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu haber veriyor:

”Ululuk gömleğim, büyüklük cübbemdir. Bu iki vasıf yalnız bana mahsustur. Bunlarla benimle münazaraya kalkışanı helak ederim.”

Münazara eden emsal ve akranına karşı kibirden ve bulunduğu derecenin üstüne çıkmaktan kendini alamaz. Hatta münazaracılar dövüşmeye kadar gider; ben baş tarafta oturdum sen aşağı tarafta oturdun diye birbirlerine böbürlenirler. Sadreye geçmekten övünür, geride kalmaktan canı sıkılır, daima öne geçmeyi isterler. Bunun için de ”İlmin şerefini korumak istiyorum ve esasen mümin kendini zillete düşürmekten men edilmiştir.” diyerek mazeret beyan ederler ve:

”Mümin kendini hakir düşürmekten nehyedilmiştir.” hadisi ile Allah Teâlâ ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) övdüğü tevazua zillet, yasak ettikleri kibre de izzet adını verirler.

3 – Hıkd (Kin): Münazaracı kendisini kinden kurtaramaz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.):

”Mümin kinci olmaz.” buyurmuşlardır.

”Hıkd”i zemmeden birçok rivayetler mevcuttur. Bir münazaracı düşünemeyiz ki, hasmının sözüne baş sallayıp kendi sözünde duraklayan ve hüsn-i kabul göstermeyen kimseye kin tutmasın. Mutlaka ona kin tutar ve kini içinde büyütür. Son gayreti nifakını gizlemektir. Fakat nasıl olsa bu nifak sızarak harice çıkar. Münazara eden kendisini bu hastalıktan nasıl kurtarabilir? Çünkü bütün dinleyicilerin kendi sözünü üstün tutmasına ve her halinde beğenilmesine dinleyenlerin ittifakı düşünülemez. Hasmından, azıcık olsun sözüne kıymet vermemek halini görürse, ölünceye kadar çıkmayacak şekilde kalbine kin tohumları ekilir.

4 – Gıybet: Münazaranın afetlerinden birisi de gıybettir. Allah Teâlâ, gıybeti ölü eti yemeye benzetmiştir. Münazaracı devamlı olarak ölü eti yer. Çünkü hasmının sözünü anlatmaktan ve onu kötülemekten kendini alamaz. En son koruma çaresi, onun hakkındaki hikâyelerinde yalan söylemektir. Fakat ifadedeki noksanlarını, aczini ve faziletinin noksan olduğunu mutlaka söyler. Zaten gıybette budur. Eğer yalan söylerse o zaman iftira etmiş olur.

5 – Tezkiye-i nefs: Münazaranın afetlerinden biri de kendini tezkiye ve övmektir. Hâlbuki Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de:

”Kendinizi tezkiye edip durmayın, muttakilerin kim olduğunu O (Allah) bilir.” (Necm Suresi, 53/32) buyurmuştur. Hakimin birisine; ”Doğru sözün çirkini hangisidir?” diye sormuşlar. Hakim; ”İnsanın kendini övmesidir.” diye cevap vermiştir. Hâlbuki münazara eden; ”Benim bilgim fazladır, hasmımı yenebilirim, fazilet bakımından daima emsalime üstünüm.” demekle kendini övmekten kurtulamaz ve münazara esnasında bazen övünmek ve bazen de sözünün revaç bulması için; ”Bunları ben bilmez miyim, benim akli ve nakli ilimlerde ihtisasım var, ben usul bilirim, hadis ezberimdedir.” gibi sözler söylemekten kendisini alamaz.

6 – Tecessüs: Münazara afetlerinden birisi de tecessüs (casusluk) ve insanların gizli kusurlarını aramaktır. Hâlbuki Allah Teâlâ:

”İnsanların kusurlarını araştırmayın.” (Hucurat Suresi, 49/12) buyurmuştur. Münazara eden daima akranının sürçmelerini ve hasmının kusurlarını araştırır. Hasmının üstün geleceğimi sezdiği vakit, eğer maskeli konuşanlardan ise ima yolu ile kusurlarına işaret eder. Buluşu zahiren güzel görünür. Eğer dili uzun ve eğlenceden şeref duyan kimse ise ima yolu ile değil, aşikâre onu rezil etmekten çekinmez.

7 – Münazara afetlerinden yedincisi de başkalarının kederlenmesine sevinmek, sevinçlerine üzülmektir. Hâlbuki kendisi için sevdiğini, mümin kardeşi için de sevmeyen kimse müminlerin ahlakından uzakta kalır. Faziletini açığa çıkarmakla emsaline karşı üstünlük isteyen kimseyi, hasmının sürçmesi elbette sevindirir ve aralarında, kumalar arasında olduğu gibi husumet olur. Kumalardan biri, diğerini daha uzaktan görünce kalbi çarpıp benzi solduğu gibi, münazaracılar da birbirini gördüğü vakit, galibiyet-mağlubiyet korkusuyla adeta azgın bir şeytan veya saldıran yırtıcı bir hayvan görmüş gibi olurlar. Nerede din âlimlerinin buluştukları vakit yekdiğerinin istirahatını temine çalışmakla kurdukları ünsiyet, nerede onlardan nakledilen, darlıkta ve genişlikteki yardımlaşma ve kardeşlik?

8 – Münazara afetlerinden biri de münafıklıktır. Münafıklığın kötülüğünü anlatmak için şahit dinletmeye hiç de lüzum yoktur. Münazaracılar, nifaka mecburdur. Zira münazaracılar, hasımlarıyla, hasımlarının dostları ve adamlarıyla buluştukları vakit, dilleriyle onlara karşı saygı, samimiyet ve dostluktan başka bir şey göstermezler. Hâlbuki bunun, yalan ve nifak işi olup samimi olmadığını hitap eden ve muhatab olan ve hatta her duyan anlar. Onlar dil ile dost olurlarsa da kalp ile düşmandırlar. Bu çirkin vasıftan Allah Teâlâ’ya sığınırız. Peygamber-i Zişan Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde:

”İnsanlar ilim öğrenip ameli terk ettikleri, dil ile muhabbet gösterisinde bulunup içten husumet besledikleri ve sıla-ı rahmi terk ettikleri vakit Allah onlara lanet eder; kulaklarını sağır, gözlerini de kör eder.” buyurmuştur.

9 – Münazara afetlerinden biri de hakkı kerih görüp kabul etmemek ve haksız olduğu halde mücadeleye istekli olmaktır. Hatta mücadelecinin en hoşlanmadığı şey hakikati hasmının ifade etmesidir. Hasmı doğruyu söylese de bütün gayretiyle inkâra kalkışır; onu çürütmek için her çeşit hileye ve her çareye başvurur. Böylece mücadelecilik kendisinde o kadar tabileşir ki duyduğu her söze, hatta şeriatın hükümlerine, Kur’ân’ın delillerine bile itiraza kalkışarak onları da birbirine katar. Hâlbuki hakka şöyle dursun, batıla karşı da mücadele mahzurludur. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.) batıla karşı, hak ile olsa da mücadeleyi terk etmeyi teşvik etmek üzere şöyle buyurmuşlardır:

”Haksız olduğunu anlayıp mücadeleden vaz geçen kimseye, Allah Teâlâ cennetin kenar yerinde bir ev bina eder. Kim ki haklı olduğu halde mücadeleyi terk ederse Allah Teâlâ ona cennetin en iyi yerinde bir bina inşâ eder.”

10 – Afetlerden biri de riyadır. Riya, Hakk’ın rızasını unutup halkın teveccühüne mazhar olmak ve gönüllerini kendisine çevirmek için çalışmaktır. İnsanları en büyük günahları irtikâba sevk eden fena bir hastalıktır. Münazaracının gayesi, ün almak ve insanların övgüsüne mazhar olmaktan başka bir şey değildir.

Şu saydığımız on tanesi, münazaracıların ahlaki hastalıkların büyüklerindendir. Şu on fena hasletten, ayrıca on rezalet doğar. Biz bunların tafsili ile sözü uzatamayız. Ancak isimlerini saymakla kalalım. Unz, gazap, buğz, tama, mal ve mevki sevgisi, hasımlarına üstünlük hırsı, mübahat (başkasına karşı üstünlük taslama), eşer (aşırı küfran-ı nimet, nankörlük), batar (son derece sevinmek), servetlerinden dolayı zenginlere saygı, mevki almak ümidiyle padişahlara yaltaklık ve hazineden yemek için onlara meyletmek, binek ve giyimde israfa varacak şekilde süslenmek, kibir ederek insanları küçümsemek, lüzumsuz şeyler ile uğraşmak, fazla konuşmak, merhamet ve sevginin kalpten çıkması ve gafletin kalbi kaplaması…

Bilmiş ol ki, şu saydığımız rezaletler, nam ve şöhret kazanmak isteyen, makama ulaşmak, servet ve ululuk temini için uğraşan vaizler, hatta kadılık, evkaf idareciliği, emsaline üstünlük isteyen fetvacılar ve mezhep ilimleriyle uğraşanlar için de aynıdır.

Hülâsa; ilim ile Allah rızasından başkasını isteyenler için hüküm aynıdır. İlim, âlimi başıboş bırakmaz. Ya ebedi felakete ya ebedi saadete ulaştırır…

İmam Gazâlî

Kaynak: İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, İmam Gazâlî, Tercüme: Ahmet Serdaroğlu, 1. Cilt, Sayfa: 310-320

İLGİLİ YAZILAR

“Aldanış, insanın en büyük ihtiyacı”
Ontolojik Bir Sorunsal Olarak Sulhi Ceylan Öykücülüğünde Nutella’sızlık Sendromu
söyle bunları hep sana demedim mi?
Ekmek ve Yoğurt Denkleminde Yaşamak ya da Bahadır Dadak Olmanın Verdiği Mutluluk

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Yesilkalb , 03/08/2018

    Sakın ola ki iç dünyanızda ki derinden gelen şarkıyı dindirmeyin. Bırakın mûsîkî çağlasın sizin de içiniz de diyor Ismet Özel…( velasr)

    Bu sefer şarkılar yorum olsun…
    Sözleriyle…

    https://youtu.be/nn5JW16_2NU

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir