Bahadır Dadak Haddini Bilsin

Âlime sormuşlar: “Neyi bilirsin?” El-cevap: “Haddimi bilirim!”

Had kelimesi ‘sınır’, haddini bilmek ise ‘seviyesinin ve gücünün ne ölçüde olduğunu bilip ona göre davranmak, kendisine uygun olanının veya yapabileceğinin ötesine geçmemek’ olarak tanımlanıyor Kubbealtı sözlüğünde.

Kendisini, Standart Sapma, Z Faktörü, Amfi-Teatr: FF gibi şiirleriyle, beyni yakan illüstrasyonlarıyla ve Üvey Vatandaşlar İçin Teselli Şarkıları gibi enfes yazı dizileriyle tanıdığımız, gecenin üçünde arandığında ayakta olan, sabahın beşinde zihnindeki tortuları kâğıda döken Bahadır Dadak’a bir süredir ulaşamıyoruz. Herhangi bir zaman diliminde arayabilmekten vazgeçtik. Hatta aradığımızda cevap vermemesini bile hoş görüyoruz; malum evlilik arifesinde ve bizimle konuşmaktan çok daha önemli işleri var! Fakat cevapsız çağrılarımıza geri dönmeyişini, mesajlarımızı kısa cevaplarla geçiştirmesini hazmedemiyoruz. Hele de İstanbul’a gelip evlilik alışverişi yaptıktan sonra hiç haber vermeden, ‘Geldim ama görüşmeye vaktim yok, kusura bakmayın’ bile demeden gerisin geri dönüp gitmesinin verdiği acıya hangi şarkılarda teselli arayacağımıza şaşırmış vaziyetteyiz.

Çaykolik’te otururken, hafif tebessümüyle felsefenin dinamiklerini fizik kanunlarıyla çarpıştıran, sigarasını içine çekerken tek gözünü kısarak Kadıköy’ün renklerindeki hüzne bakan Bahadır’ı mobilyacılar çarşısında düşünebiliyor musunuz? Belki inanması hatta tahayyül etmesi bile zor ama o şimdi koltukların rengine uygun halılar, halının desenine uygun perdeler seçmekle meşgul. Belki de ilk defa duyduğu zigon, berjer gibi kavramlarla başı bir hoş, hülyalar âleminde serseri gezinmekle geçiyor vakitleri. Mutfak eşyaları, beyaz eşya, misafir takımları, oturma grubu, televizyon ve sehpalar… Kitaplık için yerin kaldı mı Bahadır?

(O değil de Bahadır, puantiyeli perdeler oturma odasına pek yakışmıyor, salon için düşün derim. Ya da sen şimdi duvar kâğıdına uygun fon perde bulmuşsundur. Bir de gümüşlük ve aynalı konsol çok gereksiz şeyler, boşa masraf etme. Kitaplıklı televizyon ünitelerine de bir bak bence, böyle dekoratif falan, hoş duruyor.)

Okurken yüksek bir kayalıktan buz gibi ve berrak sulara atlama ihtiyacı duyduğumuz o yazıları tam da sabaha karşı bitirdiğini duymuşsunuzdur belki. Şu sıralar, tam da o vakitlere kadar düğün masrafı, ev eşyaları gibi hesaplar yaparak, düğünde gelecek takılar üzerinden tahminler yürüterek uykuları kaçıyor, efkârdan tükenmiş sigara paketlerinden maketler yapıyor. Var olmanın acısı çok eskilerde kalmış bir hatıra, adı hatırlanmayan eski bir dost gibi şimdilerde… Sulhi abi, İbrahim, Mehmet Raşit dendiğinde kalbinin altında küçük bir sızı, gözlerinde kısa süreliğine bir duman… Fârâbî, Nietzsche, Didem Madak ve diğerleri boyası dökülmüş duvarda portreleri tozlanmış çocukluk aşkları gibi… Edebifikir’e girmeyeli kaç zaman oldu kim bilir? Ya da şöyle soralım: hangi sevgiliye şiirler yazıyorsun şimdilerde? Kitaplar arasında gezerken hangi hülyalara dalıyorsun Bahadır?

(Altınları hemen bozma, ilerde araba falan alırsın. Çocuk olunca çok lâzım oluyor. Çocuk demişken yeni ev tutacaksan şimdiden üç artı bir ev bul, sonra taşınma işleri falan çok masraf oluyor. Japonların Minimalizm diye bir felsefesi var, artık Türkiye’de de çok meşhur. Az eşya çok mutluluk gibi şeyler söylüyorlar. Buradan yürü derim kardeşim, ikna edebilirsen masrafın az olur.)

Biliyoruz ki; kaç zamandır kalbinde ılık bir meltem, zihninde tatlı bir uyuşukluk, bir sevda pınarından kana kana içmenin hazzındasın. Eski kırkbeşliklerin üzerinde toz bulutu, arabesk kasetleri kutulara hapsedilmiş. Her gece okuduğun başucu kitapları kimsesiz şimdi. Gece gözlerini kapattığında tatlı bir sırıtışla damatlığın mı canlanıyor gözlerinin önünde? Sahi, papyon da takacak mısın Bahadır? Düğün davetiyende fiyonklar da olacak mı? Ah Bahadır, sen semtimizin yeraltı abisiydin. Ya da şöyle diyeyim, kuşlar öldüğünde sözlüğü masaya koyup uçuşun tanımını okuyacak adamdın vesselam!

(Düğün için zarfa bozuk paralar koy. Arabanın camından fırlatınca uzağa gidiyor, çocuklar uzağa giden zarfların peşinden koşarken arabanın önü açılmış oluyor. Hem masrafı az olur. Bir de ilk zamanlar sabah kahvaltın hazır olacak, kendini çok alıştırma. İleride poğaçaya talim edeceksin. Arada bir temizliğe de yardım et ki; yeri geldiğinde söyleyecek sözün olsun. Ütü yapmayı biliyorsundur inşallah. Kuzum Bahadır, aramıza hoş geldin.)

Bahadır, sen göğsümüzün orta yerinde, içinden irin sızan bir çatlak görünce aradığımız, haydi Kadıköy’e gidelim dediğimiz kişisin. Hakikat ki; herkes gaflete düşebilir, direnme gücünü yitirip dünyanın seline kapılabilir. Hatta gün gelir ayakta durmanın nasıl bir şey olduğunu dahi unutabilir. Fakat dönüp dolaşıp geleceğimiz yer, yola çıktığımız o silik nokta, kalbimizin bir köşesinde bulup hayretler duyduğumuz o boşluk ve kafamızı vurmak için aradığımız duvarlar olacaktır. Dönüp dolaşacağımız yani tavaf edeceğimiz yer gerçek bir sevgilinin kalbi olacaktır. O zamana kadar çok uzaklaşma ki; dönüş vakti geldiğinde yolları dikenler sarmış olmasın. Ay ışığına setreler çekme ki; her bir tarafı eşkıyalar kapatmasın. Yollarını temiz tut Bahadır, haddini bil…

İbrahim Halil Aslan

 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Şule Beyaz , 03/04/2018

    İbrahim Bahadır’ı gereğinden fazla önemsemiş, ciddiye almış.

    Bahadır’ın ciğerini başından beri bilenlerdeniz elhamdülillah. Bahadır, her türlü yolun adamıdır. Bahadır’ın bi prensibi, duruşu, felsefesi olmaz. O artistik başlı yazıları, şiirleri falan da hikayedir. Özentidir. Evlenince de hak ettiği yere rücu edecek bir canlı türünden başka bir şey değildir.
    Bahadır, şişirilmiş bir balon dur.

  • Sefil , 03/04/2018

    Bir rüya olmalı şimdi alıp size gelmeliyim, bir isyan olmalı şimdi Edebifikir size gelmeliyim.
    Ne güzel adamlarsınız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir