Peyami Safa’nın 23 Haziran 1936 tarihli Cumhuriyet’teki yazısı…
Akif’in şiiri, içinde bir güneş hulasası taşıyan pırlanta kırıntısı gibi ancak üstünde bir kuyumcu parmağının oynayabileceği ince bir san’at işi değil, hayâdan yontulmuş, dimdik ve koskoca bir abide hacmi ile zamâna ve mesafeye meydan okuyan sapa sağlam bir heykeltıraş eseridir. Yarınki nesillerin Çanakkale’de ve Sakarya’da bir abide arayan gözleri, bu toprağın altında kefensiz yatanların bir tek tesellisi olarak onun şiirini görecektir. Mehmet Âkif’siz Boğazlar müdafaasının ve İstiklâl Harbi’nin destanı bir vak’anüvisin kaleminden çıkan alelâde ve kupkuru bir zabıt varakası hâlinde kalacaktı. O tarihlerde bütün Türk şairlerinin ne ile uğraştıklarını soracak olan yarına, Türk edebiyatı namına Mehmet Akif’ten başka hangisi cevabı verebilecektir?
Biz, vatandan bir lahzâ cüda düşmemek için canını ve cananını feda etmeğe hazır olduğunu bildiğimiz bu insanın on bir senelik ayrılığından doğan hasretimizi kendisine lâyık bir derecede ifade edememiş olmakla da ayrıca mes’ulüz. Bu hasret, İstanbul’a geldiğinin ilk günlerinde, büyük şairine karşı vatanın bütün sevgisini teksif etmek gibi ağır ve ulvî bir vazife yüklenerek, daracık bir hastane odasının duvarları arasında kalmış, mahpus bakışlarile kendisine arzedebilirdi.
Zararı yok, bazen bütün bir memleketi birkaç adamın vefası temsil eder.
1 Yorum