İbrahim Halil Aslan, yere düşen bir çift bakışı yazdı.
***
1947 sonbaharının son cumasında Lizbon limanında renksiz bir gemi üşüyordu. Çığlık çığlığa kuşlar, dalından henüz kurtulmuş yapraklar… Neydi o mısra? “Rüzgâr bahaneydi, yaprak dalından sıkılmıştı zaten…” Buçuklu bir notanın son çırpınışları boğuldu kayalıklara çarpan dalganın sesinde. Keskin bir rüzgâr sonbaharın son güneşine karışmıştı.
Liman biraz daha sabretse kurtulacak kalabalıktan. Son sözlerini son ana saklayanlar, başı önde verilen küçük hatıralar… Odesa’da umutla gidenler sevinçli görünse de her ayrılık aynıydı işte. Her ayrılık teselliye gücü olmayanların çaresizliğiydi en çok…
Gemiye kan ter içinde yetişmeye çalışanlar limandakilerin vedalaşmalarına çarparak geçti. Kıyamet kopsa ancak bu kadar olur dedirten gürültünün ortasında, boyası dökülmüş çıplak bankta bir çift bakış düştü yere. Adam elleriyle iteledi hüznü. Kadın pardesüsünün cebinden uzun bir suskunluk çıkarıp bıraktı ortaya. Odesa duysun diye ince bir âh, mavi bir sitem gönderdi ufka doğru. Susulacak her şey bitmişti. Limanda kalanlar sadece uğurlayanlardı artık. O şarkı ne kadar sarıyorsa yaraları, limanda yolcu kalmamasını emreden şu çığırtkan simsarların sesi o kadar tırmalıyordu kulakları. Adam yerden bakışlarını toplayıp gözlerine sürdü kadının. Banktaki kitaba uzandı. Henüz bitirmemişti ama “Sende kalsın” dedi, belli belirsiz.
…
Geminin düdüğünün üç kez ötmesini beklemedi kadın. Üç adımlık bir kimsesizlik bıraktı ardında. Ucu püsküllü ayracın olduğu yerden açtı kitabı. Başka sayfaya koymaya niyetlendi. Ayraç, inatla aynı sayfaya takıldı kaldı. Gözucuyla okudu kadın italik satırları: “Hadi gidelim artık, dedi adam, birbirimize gidelim…”