“Topuğa Çıkmayan Çaylar Deniz ile Savaş Eder”

“Bahsimiz umûmiyetle tek. Türkiye ve Türkiye’nin dünü, bugünü ve yarını. Başka bahsimiz yok!” Kendisiyle yapılan son söyleşide böyle demişti Necip Fazıl. Türkiye’yi vatanı olarak benimseyen herkesin tam da bu şuurda olmasını istediğimiz bir vetirede bulunuyoruz. Ancak, devlet ile millet dayanışma içinde fitnelerin kökünü kazımaya çalışırken, ne yazık ki bir takım zümreler yeni fitne tohumları ekmekle meşgul. Türkiye’nin dünü ile problemli olmak, bu zümrelerin ortak özelliği. İçlerine sinmediğinden veya işlerine gelmediğinden olsa gerek, tarihî tecrübemizi ya çarpıtıyor yahut yok sayıyorlar. Dolayısıyla bugünü de sağlıklı bir şekilde okuyamıyorlar.

Tarihe bakıldığında Türk milletinin kimliğini itikadı ile mukayyet kıldığı görülecektir. Selçuklular kendilerini tanımlarken, sünni/hanefî demekle yetinmeyip aynı zamanda “rafızî olmamayı” vurgulama ihtiyacı duymuşlardır. Bu durum kimliği belirgin bir hâle getirmiştir çünkü bir şey ancak zıddıyla tebellür eder/anlaşılır. Osmanlı ulemâsı başta İbn Kemal olmak üzere şia/rafızî tehlikeye karşı dâimâ teyakkuz halinde bulunmuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti de bir “İslâm Devleti” olarak “hanefî/mâturûdî” bir anlayışla teşekkül etmiştir.

Modern devirle birlikte, asıl ile türev, özne ile nesne arasındaki dengenin altüst olması, zihinsel bir anarşiyi beraberinde getirmiştir. Bu yüzden zihni modern hurafelerle malûl olanlar, ne geleneğe nüfûz edebiliyorlar ne de dinin yapısına. Keşfi kadim yapamadıkları için küllî perspektiften mahrumlar. Yenilik vaz etme terânesiyle eski bid’atleri aktüel hâle getirip dini istismar ediyorlar. Sürekli “uydurulmuş bir dinden” bahs eden, “gerçek İslâm bu değil” diyen nevzuhur allâmelerin ortaya çıkması itikadî bir krize yol açıyor. Halihazırda Şia propagandası yapanların, Kur’an Müslümanı olduğu iddiasında bulunanların, Mâturûdîliği çarpıtarak Yeni Selefî ve Yeni Mûtezilî bir anlayışı tedavüle sokmak isteyenlerin, doğrudan doğruya milletin itikadını bozmayı hedeflediği açıktır. Türkiye’de yaşanan birçok problemin bu itikadî krizle alâkalı olduğunu anlamamız lâzım.

Ülkemizin güneydoğusundaki terör belâsının başlıca sebebi Sünnilik şuurunun giderek kaybedilmiş olmasıdır. Bölge halkına yıllardır sosyalizmi ideal olarak sunanlar, bugün Zerdüştlüğü pazarlıyorlar. Medyada ve siyasette gün geçtikçe güçlenen Selefî zihniyetin, bu tehlike karşısında âgâh olabilmesi ve çözüm üretebilmesi mümkün görünmüyor. Bu zihniyetin her fırsatta kara çalmaya çalıştığı tarikatlar ise, dinine ve devletine sâdık fertler yetiştirmek ve aşiretler arasındaki küskünlükleri gidermek için var güçleriyle çalışıyorlar. Ehli Sünnet ve Cemaat şuurunu muhafaza eden bu tarikatlar olmasa, terörün verdiği tahribat çok daha büyük ve telafi edilemez olurdu.

Bu topraklar Şeyh Harakâni, İmam Gazâlî, Ahmet Yesevî, Sarı Saltuk, Muhyiddin Arabî, Mevlana Hüdâvendigar, Hacı Bektaşı Veli, Ahmet Fakıh ve Yûnus Emre (Allah hepsinden razı olsun) gibi gönül erlerinin çaldığı maya ile Darül İslâm’a dönüşmüş ve bizim vatanımız olmuştur. Tasavvuf ve silsile yoluyla devam edegelen tarikatlar, tarih boyunca olduğu gibi bugün de milletimizi şekillendiren temel unsurlardır. Bu yüzden, Kur’an Müslümanı olduğu iddiası ile, 1400 yıldır İslâm’a hizmet etmiş nice âlim ve ârif zevâtı Kur’an’dan sapmakla, nice müslümanı atalarının dinine uymakla itham edenlerin tavırlarını kabul edebilmek mümkün değildir. Bir kaç on yıllık geçmişi olan FETÖ’yü bahane ederek, silsile-i merâtip yoluyla Efendimiz’e (s.a.v) kadar ulaşan tarikatları zan altında bırakmak isteyenlere, Atamız Yûnus’un lisânıyla sesleniyoruz:

Aşk ile gelen erenler içer ağuyu nûş eder
Topuğa çıkmayan çaylar deniz ile savaş eder

Biz bu yoldan üşenmedik erenlerden usanmadık
Kimseyi yavuz sanmadık her ne eder kolmaş eder

Kolmaşa verdik sözünü söz ile döğdük yüzünü
Yaban canavarı gibi belinler ondan şeş eder

Bu sohbete gelmeyenler Hak nefesi almayanlar
Sürün onu bundan gitsin durur ise çok iş eder

Câhildir manîden almaz oturur kararı gelmez
Öleceğini hiç sanmaz yüz bin yıllık teşviş eder

Dağ ne kadar yüksek ise yol onun üstünden aşar
Yunus Emre’m yolsuzlara yol gösterir ve hoş eder

Kolmaş: Hilekâr, kalleş
Belinler: İrkilir, ürker
Teşviş: Kargaşa, karışıklık

Feyyaz Kandemir

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir