Maksat Kâfirlerin Derecesi Değil, Düşüncenin Kendisi

marx

 

Her şey Mücahit Emin Türk’ün yazısına Rıza Can Ermiş’in yorum yazması ile başladı. Akabinde ilginçtir başka bir yazarımız Demal Öcen, Rıza Can Ermiş’e cevap yazdı. Sonra Demal Öcen’e Rıza Can Ermiş cevap yazdı. Sonra tekrar Demal Öcen, Rıza Can Ermiş’e cevap yazdı. Biz ilk yazıyı yazan Mücahit Emin Türk nerede diye sorar iken onun da yazısı geldi.

Şimdi ise Rıza Can Ermiş’in cevabını yayınlıyoruz.

Biraz karışık mı oldu ne?

***

Bu yazı, Sayın Demal Öcen’in 29.11.2012 tarihli yazıma cevaben yazmış olduğu Kâfirlerin Derecesini Ölçmek Bizim İşimiz mi Rıza Can Ermiş?” adlı yazısına cevap niteliğindedir. Sayın Demal Öcen’e yazısında üslûbum hakkında yapmış olduğu yorumun beni ziyadesiyle mutlu ettiğini belirtmek isterim. Tabiî üslûbun bu seviyede seyretmesinde kendisinin değerli yaklaşımının da katkısı olduğu su götürmez bir gerçektir. Zira daha önce katılmış olduğum düşünsel çevrelerle girmiş olduğum münakaşalar sonunda genellikle revizyonist ithamı ile sıkça karşı karşıya kalmış olmanın muzdaripliği içerisine çokça düştüm.

Sayın Demal Öcen’in yazısı temelde ne kadar ortak bir kavrayış sahası oluşturma çağrısında bulunma amacı gütse de devamında belirtilen görüşler beni tekrar yazmaya teşvik etmiştir. Ortak kavrayış adına oluşması gereken zemin konusunda Sayın Demal Öcen’e yöntem olarak katılmadığımı belirtmek isterim.

Sayın Demal Öcen öncelikle beraber bir kavrayış sahası açmak için sizi düşünce dünyanızda şu ana gelene kadar oluşturduğunuz tabularınızı yıkmaya çağırıyorum ve bunu hayati önem taşıyan bir şart olarak öne sürüyorum. Zira düşünce dünyamda kendimle en büyük savaşımı daima tabularımla mutlu mesut ölmemek adına veriyorum.

“Kâfir” tabiri ile tartışmanın yüzeysel bir zemine çekildiğini düşünmekteyim. Zira bu gibi tabirler etrafında oluşturulan görüşler genelde bizi radikal düşüncelere yöneltmekte ve çözüm adına inilmesi gereken derinlikten uzaklaştırmaktadır. Karl Marx gibi bir düşünürü tartışmakta iken, önümüze kâfir adında bir tabu oluşturmak ve bizi öncelikle bu duvarı aşmaya mahkûm etmek her şeyden önce asıl düşüncenin bulanmasına neden olmaktadır. Daha önceki yazımda Marx’ın kâfirlik anlamında cehennemlik derecesi olarak Lazy’de mi, Sair’de mi yahut Haviye’de mi olacağı konusunda bir görüş belirtmediğimin bilinmesini isterim.  Marx’ı anlatmada, Marx konusunda oluşan yanlış algılara yeni bir bakış açısı getirmek adına gayem kesinlikle Marx’ın kâfirlik derecesini ortaya koymak değildir.

Sayın Demal Öcen, daha önceki iki yazısında da Marx’ın milliyeti, dini görüşü ve kâfirliği hakkında düşünceler belirtmiştir. Bu durum sürekli bizi konumuzun mihverinden uzaklaştırmakta ve konu hakkında oluşması gereken bakış açısında sapma oluşturmaktadır. Bu konuda daha önceki yazımda belirttiğim görüşü tekrar ederek; “Yani Marx’ın düşündüğünüz gibi ne etnik kökeni ne de dini düşüncesi umurunda değildir.” görüşümün hâlâ arkasında olduğumu belirtmek isterim. Eğer Marx’ı bir şekilde, devirmek istiyorsak buna milliyetinden, dini durumundan, kâfirliğinden ziyade düşünce hayatında oluşturmuş olduğu görüşlerden başlamanın daha doğru olacağı son derece açıktır. Marx, Lutheryen gözüken Yahudi bir babanın evladı olabilir; ancak bu durum kesinlikle onun bu sıfatlardan sıyrılamayacağı anlamına gelmez. Zira bu satırları yazmakta olan şahsın babası da faşizan düşüncelere sahip ve oğlunu da bu faşizan düsturla yetiştirmek adına büyük çaba harcamış bir şahsiyettir. Ancak hiçbir zaman bu konuda gayesine ulaşamamıştır.

Düşünsel anlamda Sayın Demal Öcen’in Marx’a yönelttiği, diğer batılı düşünürlerle aynı bilgilenme havzasından istifade etmiş olduğu kesinlikle doğru bir kullanımdır. Ancak bu durum Marx’ı çağdaşlarından ve daha önce oluşmuş düşüncelerden sıyırmıştır. Zira Marx böyle bir sıyrılışa muktedir olabilmek adına öncelikle bu bilgilenme havzasını çok iyi analiz etme yolunu seçmiştir. Bu da Marx’ın kullanmış olduğu yöntemin gayet sağlıklı olduğunu düşündürmektedir. Burada akıllara hemen şöyle bir soru gelebilir: Aynı bilgilenme havzasından istifade ettikleri halde neden İbn-i Haldun Liberalizmi haklı bulurken, Marx tüm bu sistemi reddedip yeni bir anlayış ve yeni bir iktisat teorisi ortaya atmıştır? Üstelik İbn-i Haldun, Sayın Demal Öcen’in ısrarla üzerinde durduğu ve kendisi için düşünce dünyasında büyük bir ayrım ve seçicilik sebebi olan dini açıdan kâfir olmadığı (İbn-i Haldun’un Müslümanlığı göz önünde bulundurularak) halde. Liberalizmi kesinlikle reddettiğim halde bana sırf Müslümanlığından dolayı İbn-i Haldun’un düşünceleri sempatik mi gelmeli? Yoksa bu konuda Marx, kâfir olduğu için Liberalizme getirmiş olduğu eleştiriyi itici bulup red mi etmeliyim? Burada savunduğum, İbn-i Haldun’un düşünsel anlamda Marx’tan çok daha geride olduğu ve yanlış görüşler içinde bulunduğudur. Marx’ın derecesi konusunda Sayın Demal Öcen’e kesinlikle katılıyorum; ancak Marx’ın derecesini ortaya sürmenin konumuzun mihverinde oynama yaptığı kanaatindeyim.

“Kadın meselesine” dönecek olursak, vermiş olduğum örneklerden kasıt kesinlikle, anaerkil veya ataerkil tabirlerini kullanarak, tarihsel süreçte cari olan bir uygulamaya bakıp “kadın meselesi” çıkarımını yapıp çekilmek değildir. Bu örnekleri öne sürmekten kasıt kadının durumunun İslamiyet’e kadar erkek tarafından belirlenmiş olduğuna vurgu yapmaktır. Zira İslamiyet’e kadar gücü elinde bulunduran ve dünyanın gidişatı hakkında karar mevkiinde olan her daim erkektir ve dolayısıyla İslamiyet’e kadar bu bakış açısıyla kadının sosyal durumu erkek tarafından belirlenmiştir. Tabiî bu durum İslamiyet’i kabul edip layıkıyla yaşamaya gayret eden toplumlar için İslamiyet’le birlikte kesin bir dönüşüme uğramıştır.

Sayın Demal Öcen ile liberaller konusunda her zaman aynı mihverde düşüncelere sahip olduğumuz ve bu konuda her koşulda mutabakat sağlamamız beni mutlu etmiştir. Ancak faşistler konusunda anlaşamayacaksak üzülerek belirtmek isterim ki Sayın Demal Öcen ile istediği takdirde, her platformda aynı üslûpla tartışırım.

Sevgili Demal Öcen, Marx mevzuunda ikinci yazınızda da görmüş olduğum durum; beni yanlış anlamış olduğunuzdur. Ben Marx’ın dini boyutuyla değil düşünce boyutuyla ilgilenmiş biri olarak asla “itibar edilecek kâfir” olarak nitelendirmek gafletinde bulunmadım. Bulunmayacağım. Benim Marx’ı nitelendirirken kullanacağım tabir ancak ve ancak “ itibar edilecek düşünür”dür. Zira bu konuda hangimiz; Dostoyevski, Lev Tolstoy, Jack London, Stefan Zweig gibi yazarların “itibar edilecek yazar” olduğunu düşünmüyoruz ki? Ya da hangimiz; Wolfgang Amadeus Mozart, Johann Sebastian Bach, Ludwig Van Beethoven gibi müzisyenlerin “itibar edilecek müzisyen” olduğu görüşünde birleşmiyoruz ki?

Sevgili Demal Öcen, ayrıca belirtmek isterim ki ben yıllarca kendi düşünce dünyamda oluşturduğum Marx tabumu, Anadolu’da tarihin başlangıcından beri Mezopotamya’yı besleyen nehirlerinden biri ile Nemrut dağının arasında bir köyde şahit olduklarım karşısında yok etmeye mecbur kaldım. Bunun sonucunda bu köye çok yakın olan bir nehrin akıntısına Marx’ı bıraktım. Kim bilir belki de Basra körfezini geçip okyanusa ulaşmış oradan da onu çok seven Maoile kucaklaşmıştır. Marx’ı o nehre bırakmakla birlikte inanın ziyadesiyle rahatladığımı ve artık düşünce dünyamın eskisinden daha berrak olduğunu söyleyebilirim. Size de aynı şekilde tabularınızı bu nehre veya uygun gördüğünüz bir noktaya bırakmanızı tavsiye ederim zira çokça rahatlıyor insan. Ayrıca ben Marx konusunda kesinlikle bahsettiğiniz türden bir takılma yaşamakta değilim. Bu konuda beni farklı bir bakış açısından ötürü yanlış anladığınızı düşünüyorum. Marx’a sandığınız gibi “itibar edilecek kâfir” demediğim için yani fazladan değer yüklemediğim için bu konuda zaten mutabık olduğumuzu bildirmek isterim. Ancak faşistler ile nehir bağlantısını da düşünmenizi ayrıca talep etmekteyim.

 

 

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir