Buz Gibi Ofsayt: M. Ali Meriç

Mücahit Emin Türk, Cemil Meriç’in Jurnal’lerine reva görülen müdahaleleri dile getirdi.

*** 

“… Cemil Meriç; iç gözleri daha iyi görsün diye dış gözlerini Allah’ın görmez hale getirdiği hakiki İslam münevveridir.” (N.F.Kısakürek)

Türk kültür hayatının, yaşadığı dönem içerisindeki münzevi fikir işçisi olan Cemil Meriç, son yıllarda eserlerine yapılan müdahalelerle ilgili olarak bir tartışmanın merkezinde bulunuyor. Bir yazarın en mahrem yanlarını bir yerlere not etmesi belki de onun yazma iştiyakıyla açıklanabilir. Belli bir dönem buhranlar içerisinde yanan bir ruhla kaleme alınan ve mahrem olduğu düşüncesiyle kenarda, köşede saklı tutulan yazılar veya yazıldığı dönemin aşıldığı andan sonraki ruh halinin ardından yazılanların reddedilmesi durumu gayet olağandır.

Necip Fazıl, ilk dönem eserlerinde bulunan ancak daha sonra fikir olarak duruşunu yeniden düzenlediği bir noktadan hareketle reddettiği bazı şiirlerini eser sahibi olarak attığını açıklamıştı. Cemil Meriç ise kendi özeli olan “Jurnal’leri” kaleme almış fakat yayınlanıp yayınlanmaması noktasında -bildiğimiz kadarıyla- bir düşünce içerisine girmemişti. Okuyan herkesin de anlayacağı gibi “Jurnal’ler” onu kaleme alan kişinin özelini yansıtmaktadır. Yaşasaydı eserlerinin düzeltilmesine veya bazı özel notlarının yeniden derlenerek yayınlanmasına ne kadar müsaade ederdi bilemiyoruz.

Cemil Meriç’in özel notlarından oluşan “Jurnal’ler 1-2” yayınlanmasının ardından bazı tartışmaların başlamasına neden oldu. Genel olarak Cemil Meriç okurlarının bu eserlerden duyduğu sıkıntının nedeni; Jurnal’lerin, üstadın özeli olduğu ve bu nedenle de yayınlanmaması gerektiği noktasındaydı. Jurnal’lerin içine girdiğiniz zaman göreceğiniz Cemil Meriç, diğer kitaplarındaki Cemil Meriç’ten daha farklıdır. Bu kitaplarda bir yazarın belki de kendisinde kalması gereken tüm özelini göreceksiniz. Bunun dışında eğer Cemil Meriç’i ilk kez okuyorsanız ve başlangıç eseriniz “Jurnal’ler” ise, üstadın diğer kitaplarındaki o müthiş bilgi birikimine şahit olamaya bilir ve entelektüel ülkesine giremeye bilirsiniz. Zira “Jurnal’lerden” sonra Cemil Meriç’e bakışınız değişebilir. “Jurnal’leri” ilk okuduğumda aklıma takılan soru, “Eğer Cemil Meriç yaşasaydı bunların yayınına izin verir miydi?” sorusu olmuştu. Ama öncesinde “Bu Ülke” ve “Sosyoloji Notları” ile tanıdığım Cemil Meriç, bende yerini öylesine sağlamlaştırmıştı ki, “Jurnal’lerde” karşılaştığım portre fazla bir etki bırakmadı.

jurnal

Meriç, “Jurnal’lerde” kendisine göre bir takım özel notlar almıştır. Ancak bunların yayınlanma ihtimaline karşı acaba ne düşünecekti? Bu notların kendi özeli olduğu noktasından hareket ettiğinde -yayınlanma sürecindeki düzeltmeler de dâhil- izin verecek miydi?

Belki de bu konuda Cemil Meriç’in eserlerini düzelten ve yayına hazırlayan M. Ali Meriç bize bilmediğimiz bir şeyler söyleyerek bizleri aydınlatmış ve böylece de bu tartışmaların bitmesine de vesile olmuş olur. Ancak bildiğim kadarıyla Cemil Meriç bu notları kaleme alırken yayınlanma ihtimalini düşünmemişti. Zira eserin içinde bazı yazarlarla ilgili olan bölümler çok sert eleştiri taşıyordu. Bu nedenle de yapılan baskılarda bu kişilerin isimleri sadece baş harflerle verilmiştir.

“Jurnal’lerdeki” bir başka nokta da “Lamia Hanıma Mektuplar” bölümüdür. Meriç’in belki de en özel anlarını yansıtan bu mektuplar, okuyucu tarafından beğenildi mi? Beğenilmedi mi? Bunun tartışmasını yapacak değilim. Zira Cemil Meriç’in kalemindeki gücü biliyor ve onu okumaktan haz alıyorum. Bu düşüncem “Lamia Hanıma Mektuplar” için de geçerli. Kaleminin ve kalbinin ne denli kuvvetli olduğu bu satırlarda da görünüyor.

Bazı dostlarım bu notların yayınlanmasında bir beis olmadığını, zira Cemil Meriç’in her haliyle bilinmesi ve yazdığı her şeyin okunmasının faydalı olduğu kanaatindeydiler. Önemli olan esere dışarıdan müdahale yapılmamasıydı.

Tabiî, esere dışarıdan müdahale yapılmaması konusu maalesef sadece bir temenni olarak kalıyordu. Bu müdahaleleri “Jurnal’ler” gibi özel notlarda da görmek gerçekten insanın içini acıtan bir hal alıyor. Bu kadar özelde bile, “onun ne demek istediğini” bir “müneccim edasıyla bilmek” veya “bile bileceğini” dile getirmek ve sonra da yazıya müdahale etmek çok can sıkıcı bir noktadır zannımca. İşin bir başka boyutu da ters açıdan hadiseye yaklaşmaktır. Böylesine özel notlarınız olsa ve sağlığınızda size sorulmadan vefatınızla birlikte yayınlansa ne düşünürdünüz bilemiyorum. Böylesi bir ihtimali hisseden bir insan olsanız acaba notlarınızı yine aynı şekilde mi kaleme alırdınız, yoksa belli sansürler uygular mıydınız? Kaldı ki Cemil Meriç’in “Jurnal’lerinde” bazı isimler sadece baş harflerle gösterilmiştir. Demek ki üstat da bu kadar özel olarak tuttuğu notlar için belli bir sınırlama getirmiş. Acaba neden?

Cemil Meriç’in, Jurnal’leri yayınlamak maksadıyla kaleme alıp almadığı bir kenara bırakılırsa sadece yazılara yapılan müdahale bile bu eserin okunmasındaki problemi gün yüzüne çıkaracaktır. Diğer eserleri içinde aynı sıkıntı söz konusudur tabiî ki, ancak bugün bu satırlarda tartışmaya açtığımız konu “Jurnal’ler” olduğu için işin o tarafına değinmiyorum. “Jurnal’ler” meselesinde kilit nokta sadece özel olmaları değil aynı zamanda müdahale edilmesi ve metnin orijinalinin bilinmemesidir. Aynı akıbete uğrayan diğer eserlerle ilgili olarak da bu şüphelerimiz halen devam ediyor. Kendince bir takım haklı sebeplerle bu müdahaleleri yaptığını belirtenler ise şimdi oturup şunu düşünmelidirler; yarın bir Cemil Meriç yakını daha çıkıp kendince eksik gördüğü yerleri düzeltmeye kalkarsa… Ve ardından bir başka Cemil Meriç yakını… Sonrasında bir başkası… Neticede bundan yirmi, otuz ya da elli yıl sonra bizler bambaşka bir Meriç Külliyatı mı okuyacağız acaba?

Bir de yayınlanma süreci içerisinde Cemil Meriç’in entelektüel birikimini Türk okuyucusuna yansıtacak, bilgi ve dehasını keşfetmemize neden olacak kitaplardan ziyade ilk olarak “Jurnal’lerin” yayınlaması da manidardır. Hali hazırda yıllardır yayınlanmamış ve yayınlanmayacağı beyan edilen kitaplar dururken acaba neden “Jurnal’lerden” başlandı sorusu da zihnimi kurcalamıyor değil.

Alev Alatlı’dan bir alıntıyla yazımı bitiriyorum: “Bir eser yayımlandıktan sonra hiç kimsenin, oğlu da olsa asistanı da olsa müdahale etme hakkı yoktur, hele ölümünden sonra külliyatın düzeltilmesi küstahlıktır. Cemil Meriç kıratında bir adam için bu hiç yapılamaz. Cemil Meriç bir şeyi onaylamış, basılmasına izin vermişse onu o halde bırakmak gerekir. Kalkıp Rafael’in veya Picasso’nun bir tablosunu aslında böyle yapmak istememişti diye değiştirip düzeltmeye kalkmaya benzer bu.”

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir